
İsrail ile İran arasında yaşanan savaş iki hegemonik gücün birbiri üzerinde üstünlük kurma, rakibini ezme savaşıdır. Bu haksız ve hegemonik savaşta tarihin ve zamanın doğru yerinde, halkların özgürlük tarafında durarak tutum belirlemeliyiz. Devrimci bakış açısında muğlaklık yaşamaya, öfke ve tepkilerle hareket edip İran’ın ya da İsrail’in tarafında durmak kabul edilemez bir yanılgının girdabına düşmek olur. Yıkım ve ölümden başka bir yolun, bir çözümün olduğunu bilerek, özgürlük arayanların yanında ve mazlumların safında durarak, arayışımızı büyütmeli ve bunun örgütlü mücadelesini vermeliyiz.
Özel mülkiyet rejimine biat ettirmeyi esas alan, kâr hırsını varlık gerekçesi olarak gören; sömürü, yağma ve talanı birinci önceliği olarak ele alan kapitalist sisteme karşı tek doğru alternatif sosyalizmdir. Sosyalizm pratiği ve tarihi tecrübesi bize insanlığın ulaştığı en ileri aşamayı göstermektedir. Sosyalizm pratik deneyimleri ve sosyalizmde yaşanan geriye dönüşler, bizler açısından Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin teori ve pratiği içinde değerlendirilebilir ve elbette çözülebilir sorunlardır.
Kapitalist emperyalist saldırganlığın kimyasal ve nükleer silahların kullanıldığı yeni bir emperyalist paylaşım savaşı tehlikesine karşı, işçi sınıfının ve ezilen hakların ortak mücadelesiyle karşı koyabiliriz. Gerici ve haksız savaşlara karşı haklı ve ilerici savaşları örgütlemeliyiz.
Emperyalistlerin ve bölge gericilerinin bir kan deryasına dönüştürdükleri Orta Doğu coğrafyasında; halkçı ve ilerici bir pratik olan Rojava Devrimi bu anlamıyla önemli bir deneyim olarak değerlendirilmelidir. Verili koşullarda Orta Doğu coğrafyasında bunun dışında, -şimdilik- somut başka bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Elbette bizler açısından nihai ve en gerçekçi çözüm Demokratik Halk Devrimleri ve sosyalizmdir. Ne var ki günümüz koşullarında Orta Doğu coğrafyasında objektif ve subjektif güçlerin içinde bulundukları durum, emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin saldırganlığının dozajı bizlere gerçekçi olmayı dayatmaktadır. Bu anlamıyla emperyalist işgallere, siyonist saldırılara, faşist katliamlara karşı haklı savaşların örgütlenmesi ve Rojava Devrimi gibi demokratik ve halkçı çözümlerin pratikleştirilmesi ve propaganda edilmesi gerekir.
Emperyalistlerin ve bölge gerici güçlerin savaş ve nükleer bomba tehdidine karşı dünyada halkların özgürlük gücünden ve birliğinden daha büyük bomba yoktur. Ne nükleer bomba ne kimyasal silahlar halkların özgürlük gücünden daha büyük değildir!
ABD ve Batı desteğini alan İsrail katliam ve suçla doğdu. İşgalle mülkiyeti ele geçirdi. Ve varlığı boyunca Orta Doğu’yu saldırganlık ve soykırımla bitmeyen bir savaş alanına çevirmeye çalıştı.
İsrail, tıpkı Türkiye gibi Orta Doğu’da bir ABD askeri karakoludur. İsrail, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra batı emperyalizminin Orta Doğu coğrafyasında bir koç başı olarak kurduruldu. Kurulduğu günden itibaren de başta Filistinliler olmak üzere bölge halklarına yönelik savaş, işgal ve saldırganlık yönelimi içinde Gazze’de yaşanan ve artık tam anlamıyla bir soykırıma dönüşen vahşet pratiği ortadır.
Gelinen aşamada ABD ve batı emperyalizminin Orta Doğu coğrafyasındaki temsilcisi İsrail, İran’a yönelik “nükleer bomba elde etme” gerekçesiyle saldırdı. Elbette bu bir bahanedir. ABD emperyalizminin geçmişte işgal ve saldırganlıklarında, katliamlarında bu tür kara propagandalara başvurduğu bilinmektedir. Vahşi ve barbar kapitalizm dünya kamuoyunu inandırmak, her zaman olduğu gibi savaş ve soykırımlarını meşrulaştırmak, saldırı bahaneleri bulmak için gerçek olmayan gerekçeler uydurmaktan bir an olsun geri durmadı. ABD ve Batılı emperyalist ülkelerin varlıkları saldırganlık ve çocuk öldürmeye dayanır. Bakışlarını nereye çevirmişlerse oraya yıkım ve savaş götürmüşlerdir.
Orta Doğu halklarının savaş ve yıkımın olmadığı bir yaşamı yaratabilmeleri için başta İran ve İsrail halkı olmak üzere bölge halklarının kendi gericilerinden ve diktatörlüklerinden kurtulması gerekir. Bunun yolu yabancı güçlerin müdahalesine bel bağlamak değildir. Kitlesel mücadeleye ve onların örgütlü gücüne güvenerek umut büyütülür. Savaş kışkırtıcılığı ve toplu katliam gerçekleştiren sömürgeci güçler bölgeye her zaman yıkım getirmiştir ve getirmeye devam edeceklerdir.
Suriye’den sonra İran’ın alt yapısının yıkılması ve benzer yıkıcı sonuçların yaşatılma hedefini İsrail kadar ABD’nin Orta Doğu’da hakimiyet kurma politikası olarak okumak gerekir. ABD ve İsrail’in hakimiyetini koşulsuz kabul eden rejimlerin ayakta bırakılma arzusu kan ve ölümle gerçekleştirilmek istenmektedir.
Savaş başlamadan önce aklına Kürtlerin, Arapların varlığı ve istemleri gelmeyen zindanlara doldurduğu, dar ağacına yolladığı Kürt gençlerin “sayısını unutan” İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın, -tıpkı M. Kemal’in geçmişte yaptığı gibi-, bir anda İran coğrafyasında Perslerin dışında yaşayan halkların varlığını hatırlaması ve “Bu ülke hepimizin; Kürtlerin, Arapların, Perslerin ve diğer tüm halklarındır” açıklaması inandırıcılıktan uzak, kurnaz ve sinsi bir diktatörün tutumu olarak okunabilir. Orta Doğu halklarına zulmedenler halkların özgürlük taleplerini görmezlikten gelenler, halkların hafızasına ve tarihine yazılmaktan kurtulamayacaklar.
Kapitalizm ve gericilik Orta Doğu’da yaşanan savaş felaketinin, halkların başına bela olan kötülüklerin adıdır. Kapitalist sistemin nasıl bir bela, nasıl bir kötülük ve cinayetler merkezi olduğu bilinmeden İran-İsrail arasındaki savaşın, yıkım, ölüm, sürgün ve açlıkla yaşanan sonuçlarının gerçek nedenleri anlaşılamaz. Kapitalizmin egemen olduğu dünyada yaşayıp kapitalizm bilinmeden hiçbir olay ve gelişme doğru anlaşılamaz. Taşlar yerli yerine oturtulamaz. Bu bakış açısına sahip olunmadığında düğme daha baştan yanlış iliklenmiş olunur.
Kapitalizm, toplumların ve insanlığın rahat soluk alabileceği, huzur ve barış içinde, güvende ve mutlu yaşayabileceği bir sistem değildir. Yoldan ve baştan çıkmış, insanlığı karanlık bir çıkmaza ve yok olmaya doğru hızla sürükleyen bir sapmadır. Her şeyi metalaştıran, her şeyin parayla alınıp satıldığı, herkesin herkese düşman edildiği, doğal ve insani olan ne varsa çürüten kötülükler sistemidir. Paranın her gün ve her saat kanla yıkandığı bir sistemdir. O her daim aşırı zenginlik gibi aynı zamanda aşırı yoksulluk üretir. Doğayı yağma eder, ekolojinin dengesini bozar. Dünyayı soluksuz bırakarak yaşanamaz hale getirmeye çalışır.
Sermayenin egemen, petrol ve savaş baronlarının efendi olduğu kapitalizm genişleyip, rakiplerini alt ederek hegemonyasını sınırsızca büyütmeden bir an olsun yaşayamaz. Bunun için nükleer ve kimyasal silahlar üretip halkların başına yağdırmaktan çekinmez. Tehdit ve kanla beslenmenin dışında başka bir yol bilmez. Bir ölüm ve yıkım makinası olan kapitalizm çözümsüzlük üretir. Halklara geleceksizlik dayatır. Savaşsız ve kansız yaşayamaz.
Bugün halkların, dinlerin ve dillerin birbirine savaş ve ölümle boğazlatılmak istendiği zamanda, Orta Doğu’da bir umut ve özgürlük adası gibi duran Rojava’ya bakarak savaşsız bir yaşam yolu açmanın mümkün olduğu bilinmelidir. Halkların birbirinin varlığına, diline, dinine, kültürüne, haklarına saygı duyacak bir coğrafyada birlikte kardeşçe yaşayacak özgürlük adaları yaratılmaya ihtiyaç var.
Ölüm ve yıkım dolu nükleer rüzgarların ve çöl kumlarının halkların hikayesini anlatmaması, ölmekte geç kalınmayacak hayatların yaşanmaması için yeni Rojavalar yaratmak için çalışılmalıdır. Eğer gelecek nesiler savunmasızların mezarları üzerinde dans edenleri utançla daha fazla anmak istenmiyorsa güne ve ana sarılarak umut büyütmek gerekir. Başka yol yok.
(Yeni Özgür Politika – 24 Haziran 2025)