
Heval Koçero, ne dağda gezen bir eşkiya ne de gözü kanlı bir kaçakçıydı. Ne sanatçıların şarkısına konu olacak bir yaşamın kendisiydi. Bir Kürt mavzerinin yanlışlıkla patlaması sonucu değil “Ferman zalimlerinse Dağlar Kürtlerindir’’ diyerek, bilinçle ve tutkuyla dağlara çıkan, hakikati son nefesine dek aramaktan vazgeçmeyen üniversiteli bir Kürt genciydi. Özgürlüğün yolunu tuttuğunda ardında sayısız üniversiteli Kürt genci dizilmişti. O kendisine verilen üniversite eğitimine ve de yaşadığı İzmir’in ölü yaşamına büyük itirazın ismi olarak hakikat arayışına çıktı. Paranın ve kibirin egemen olduğu sistem, onun itiraz ve yürüyüşünü durduramadı.
Kürtlerin toprakları işgal ve saldırı altındayken, varlığı, temel demokratik hakları görmezlikten gelinip yok sayılırken, elleri ve düşleri kan olan milyonlarca Kürt kendi öz topraklarından zorla koparılıp tehcire sürüklenirken, her gün analar dağları evlat kokan topraklarda direnirken o nasıl rahat edebilirdi? Hiçbir şey olmamış gibi sakin ve dingin bir ruh haliyle okuluna nasıl devam edebilirdi? Ekonomisi rant ve yolsuzluk batağına gömülmüş, yargısı çökmüş, eğitimi yozlaşmış her gün sayısız çocuk işçi ve kadın katliamları yaşanırken heval Koçero nasıl rahat ve huzur içinde yaşayabilirdi?
Heval Koçero, yaşadığı çağı ve içinde bulunduğu gerçekliği iyi gördü. O, ne her gün resmi ağızların söylediklerine inandı ne de korkunun kölesi oldu. O, ölü yaşamları hazırlayanlara ve bunu halklara dayatanlara büyük itirazın ve direnişin ismi oldu. Hiç bir zorbalığa boyun eğmedi. Ne paraya ne mevkiye ne ihtirasa yenik düşmeden yüzünü Kürdistan dağlarına, gözlerini duru gökyüzüne dikerek hevallerine ulaşmak için yola çıktı. Beraberinde sayısız üniversiteli genci özgürlüğün kalbine ulaştırdı. Sık sık dile getirdiği “Arkadaşlara anlatacak bir konu aradığımda onlara en fazla gerilla yaşamını ve dağda yaratılan yoldaşlığı anlatırdım” derken hayaline ve en fazla sevdiği hevallerine kavuştu.
Uçurumun kenarında yaşamak zorunda bıraktırılan Kürt halkının sayısız bilinçli, eğitimli öncülere ihtiyacının olduğu bir gerçekti. O bu gerçekliğe yanıt olmak için dağlarda yakılan özgürlük ateşine yüzünü çevirdi. Ateşin daha güçlü harlanması ve umudun daha fazla büyütülmesine yanıt olmak için şehri terk etti. Çünkü ona dar gelen onu boğan şehrin boğucu havasına daha fazla tahammül edemezdi. Bir an olsun bile tereddüt etmeden, düşünmeden en önde gidenlere can, soluk olmak için mücadeleye katılım sağladı.
Kısa sürede analitik bakış açısı, parlak zekasıyla gerillanın ve dağların bilge bir öğretmeni olmayı başardı. Eğitim alan heval Koçero somut, gerçekçi, akıcı eğitim vermeye başladı. Binlerce arkadaşın gözü, yüreği, iddia ve aklı olmayı başardı. Yoldaşlarına akıl ve yüreğini, samimi tertemiz iddialarını verdi. Bir Koçero oldu binler.
En çok görmek istediği Önderliğini görünce aradığı, hayal ettiği, bulmak istediği hakikati bulduğuna büyük inandı. Büyük bir yaşam coşkusu ve sevinciyle sarıldı güne ve görevlere. Arkadaş ortamında herkesin gözü onun üzerindeydi. Her arkadaş O’nun Önderliğin yeğeni olduğunu iyi biliyordu. Bunun büyük bir sorumluluk gerektirdiğini iyi biliyordu.
Yaşanan tasfiye sürecinde bir yakının da içinde olduğu tasfiyecilerin yolunu değil, Önderliğinin yolunu seçti. Herkesin kolay başaramayacağı, ağır bir sorumluluğu üstlenerek Önderliği’ne bir akraba olarak değil, ideolojik olarak bağlanmayı esas aldı. Heval Koçero’yu yakından tanıyan, onunla yoldaşlık yapan herkes iyi bilirdi ki onun başka türlü bağlanmasının ve yürümesinin yolu yoktu.
Komutan Nubar’la birlikte Rêheval Koçero’yla ilk kez Garê’de karşılaştık. Kavurucu bir yaz sıcağında dağda çıkan yangını söndürme pratiğinden dönüşte görüştük. Alevlerin ortasında, duman içinde, nefes kesen mücadele içinde, onca telaş ve kargaşanın içinde, kan ter içinde kalmış bir vaziyette bile gülümsemeyi başarıyordu. Her bir cümle ve yaklaşımında içten, samimi, oldukça alçakgönüllü bir yoldaş olduğu her halinden belli oluyordu. O’nun hakkında taşıdığımız devrimci yargıdan bir an olsun bile kaygıya düşmedik. Ateş gibi yanan dağlarda devrimin gülen yüzünü, çarpan kalbini bulmuştuk. Heval Koçero hep yoldaşça gülümseyen bir çift göz, dürüst, samimi bir özgürlük iddiasıydı. Üniversitenin kampüslerini, İzmir’in ışıklı yaşamını elinin tersiyle bir yana itip Kürt’ün şalvarını giyerek, gerillanın özgürlük silahını taşıyıp dağları bir bilge öğretmen gibi dolaşmanın hakkını fazlasıyla verdi. O’nunla tanışıp onunla yoldaş olamayan olabilir mi? O’nun devrimci duruşundan, sözünden etkilenmeyen olabilir mi?
Ve biz ona hep “Devrimin çarpan kalbi, gülen yüzü’’ dedik. Heval Koçero, süren, devam eden akademik eğitime katılmamızı istedi. O’nun gibi değerli bir yoldaşın bu devrimci talebini yerine getirmemek olabilir mi? O’nun içtenlik dolu yoldaşça önerisi bizler için tartışmasız kabul edilen bir görevdi. O’nunla devrimci eğitim sürecinde bir kaç kez karşılaştık. O’nun bilgelik dolu eğitimini alma şansına ve fırsatına sahip olduk. Ve sonra sürüp devam eden Rojava serüvenimizde defalarca onunla karşılaştık. O’nunla tanışmaktan görüşüp konuşmaktan bilgi ve tecrübe paylaşımından büyük bir zevk aldık. O’nun çözücü, yardım sever, enternasyonalist yoldaşlığını kim unutabilir? Asla unutulamaz.
Bir insan bu kadar temiz, dürüst, fedakar, çalışkan ve alçakgönüllü olabilir mi? Kısa yaşam ve mücadele hikayesini bir sohbet esnasında tecrübe tarzında anlattığında oldukça birikimli, derin bir felsefi bilgiye sahip olduğu rahatlıkla görülüyordu. Rojava’da Komutan Nureddin Sofi ile görevi gereği kurduğu ilişkideki saygı, devrimci düzey, nitelik görülmeye ve ders çıkarılmaya değerdi. O’nun hem komutanları hem savaşçılarıyla kurduğu ilişkide birlikte çalışma ve görev paylaşımındaki her bir pratiği ve anı bir ders niteliğindeydi.
Üstlerine gösterdiği saygı, bağlılık, alınması gereken ilk eğitim olarak görülmelidir. Savaşçılarıyla kurduğu ilişkide de benzer nitelik rahatlıkla görülürdü. Ortaya çıkan hemen her sorun karşısında oldukça duyarlı, çözücü ve yapıcıydı. Gerek Türkiyeli Devrimciler, gerek Enternasyonalist yoldaşlarla kurduğu ilişki ve gösterdiği yaklaşım keza örnek alınacak nitelikteydi. O’nunla karşılaşıp tanışan, görüşen, tanışan hiç bir insan yok ki onun derin yoldaşlığından, tertemiz insanlığından, duyarlılığından etkilenmesin. Nasıl yaşadıysa, neler düşleyip yaşatmak istediyse insanlarla öyle yoldaşlık yaptı. Ve öyle eğitim verdi. Nasıl konuşup yazdıysa öyle yaşadı.
Heval Koçero’yu, Heval Nuredîn Sofî’yi hangi biçimde, nasıl anlatmaya, nasıl yazmaya çalışsak da onlara olan devrimci borcumuzu ödeyemeyeceğiz. Direniş ve kavganın en duyarlı türkülerini, minnet ve özlem dolu en güçlü yoldaşlığımızı onlara yollarken diyoruz ki Oxir be rêhavele heja ! Oxîr be fermanderamê yê mezin!
(21.08.2025 Yeni Özgür Politika)