
İran’a yönelik ABD ve Batı destekli İsrail saldırısı, Orta Doğu’da kurulu dengeleri bir kez daha sarsarak daha derin ekonomik-politik ve toplumsal çelişkilerin kapısını araladı. Birbirlerine ölümcül ve son darbeyi vurma iddiasıyla sürdürülen savaş karşılıklı tehditler eşliğinde giderek şiddetleniyor. Savaşın daha fazla tırmanarak bölgeye yayılması, bölge ülke ve halklarını etkileme ihtimali giderek artıyor. Orta Doğu halkları, savaşan iki gerici devlet arasında daha büyük yıkıma, geleceksizlik dolu güvensiz bir yaşama doğru sürükleniyor.
Bu savaş, halkların özgürlük uğruna yürüttükleri savaş değildir. Bu savaş küresel güçlerin bölgede hakimiyet kurma, kendi sistemlerini egemen kılma, rakibine diz çöktürme amaçlı yürütülen haksız bir savaştır.
Ne İsrail ne de İran devleti masum değildir. Her iki devletin eli kanlı, geçmişi zulüm ve kırım doludur. İran her türlü demokrasiden uzak, özgürlüklere yabancı emek, kadın ve Kürt düşmanı bir Molla rejimidir. İsrail ise tarihin tanıdığı en utanç verici siyonist bir Apartheid rejimidir.
Çözüm; katliamcı devletlerden birinin diğerini yenmesini beklemek ya da İsrail ve İran’ın tarafı olmak hiç değildir. İki devlette birbirinden fazla farkı olmayan birer zulüm devletidir. Bütün çaba ve mücadele savaş ve diktatörlük karşıtı tutum alarak, halkların öz savunma ve yerel yönetimlerinin kurulması, halkların bu haksız savaşta daha fazla kurban edilmemesi yönünde çalışmaktır. İki devletin zulmü altında yaşamak zorunda kalan halkların özgürlüklerini kazanmanın, diktatörlüklerden kurtulmanın yollarının açılmasıdır. Bu anlamda Kürdistan Özgür Yaşam Partisi’nin (PJAK) yaptığı açıklama ve aldığı tutum yerindedir. PJAK açıklamasında iki gerici devlet arasında yaşanan bu haksız savaşın “halklara özgürlük getirmeyeceği” vurgulanmakta ve “İran halkı savaş ile diktatörlük rejimini kabul etmek arasında seçim yapmaya zorlanmamalıdır” denilmektedir.
Doğru tutum, İran halkının öz savunma ve yerel örgütlenmelerini oluşturarak savaş karşısında pozisyon almasıdır. Halkların birbirlerine düşmanlaştırılıp boğazlatılarak kurban edilmesine karşı durmaktır. Kurban edilmek istenen haksız savaşı ve zulüm dolu yaşamı kabul etmemektir.
Doğru tutum; halkların ortak yaşamı birlikte örgütlemenin yolunu açmaktır. “Yeni bir Rojava modeli yaratmak” için birleşerek mücadele etmektir. Savaş ve zulüm dolu eski yaşamı reddedip yeni bir yaşamı yaratmanın yolunu açmaktır.
ABD, merkezileşerek büyüyen, giderek çürüyen ve asalak haline gelen sermayesini arkasına alarak, teknolojinin gelişimini kullanarak, boyunduruk altına alıp diz çöktüremediği kendi hegemonyasını ve üstünlüğünü kabul ettiremediği hiçbir toprak parçası bırakmak istemiyor. Orta Doğu’nun rakip tanımayan, tartışmasız yegâne sahibi olmak için her türlü yıkıcı saldırganlığa başvurmaktan çekinmiyor. Tehditler savurmaktan, şantajlar yapmaktan geri durmuyor. Kendi hegemonyasını ve üstünlüğünü kabul etmeyen ülke ve ulusları, kendisinin “uygarlık” dediği şeyi kabullendirmek; kendi suretinde bir dünya yaratmak için her türlü ölüm ve yıkımı halklara zorbalıkla dayatıyor.
İran’a anlaşma yapması için defalarca şans verdiğini, yapmamaları halinde tahmin ettiklerinden, kendilerine söylenenden daha kötü olacağını, ABD’nin dünyanın her yerinde en iyi, en ölümcül askeri teçhizatı ürettiğini ve İsrail’in bunlardan çok daha fazlasına sahip olduğunu ve bunları nasıl kullanacaklarını bildiklerini ifade eden dünyanın patronlarından D.Trump, İran’ı önünde diz çökmesi için tehdit ediyor. Nükleer anlaşmayı kabul etmemesi halinde her şeyin daha kötüye gideceğini, ölüm ve yıkım yaşayacaklarını, eski İran’dan geriye hiç bir şeyin kalmayacağını belirterek küstahça meydan okuyor.
Batılı ülkeler ise yaptıkları açıklamada her zaman olduğu gibi “derin endişe’’ duyduklarını, İran’ın nükleer programına karşı İsrail’in “kendini savunma hakkı” olduğunu açıklamanın yanında, İran’ın misilleme saldırılarında “sivillerin öldüğü” propagandasını yapıyorlar. İsrail’in saldırısında katledilen sivillerin bahsi bile edilmiyor. Tıpkı Gazze’de olduğu gibi…
“Tevrat’ın kudretine” güvenerek, “yeryüzüne adalet getirmek” için İsrail “genç ve büyük aslan” gibi yükselerek, avını yiyeceğini, öldürülenlerin kanını içeceğini açıklıyor. İsrail için “av” dün mazlum Filistin halkıydı, Lübnan halkıydı, bugün ise İran halkıdır. İran Molla rejiminin İran halkının “av” olmasından bir rahatsızlığı yoktur. Mollalar kan ve zülüm üzerine kurdukları rejimi koruma ve sürdürme amacındadırlar.
Dünyaya ve Orta Doğu’ya “adalet ve uygarlık” getirme iddiasında olan paranın ve savaşın tanrıları, mazlum halkları kanları içilecek birer av olarak görüyor. Halkların kanını son damlasına kadar içmek, ölümünü izlemek için yapmayacakları kötülük, işlemeyeceği cinayet yoktur.
Dünyayı ve insanlığı dönüşü olmayan bir yola sokmaya çalışan kapitalizm sadece ücretli emek sömürüsü, doğa talanı değildir. Rekabet ortamında sınırsız genişleme ve büyümedir. Dünyada ele geçirip hegemonyasını kuramadığı tek bir toprak parçası bırakmamaktır. Dünyanın yeniden ve yeniden paylaşılmasıdır. Doğanın ve insan kaynaklarının son haddine dek tüketilmesidir. Kültür ve uygarlıkların yıkılması, halkların köleleştirilmesinden başka bir şey değildir.
Dünyanın başına bela olmaktan çekinmeyen lanetli bir sistem olan kapitalizm, aynı zamanda halkları açlık ve savaşlarla terbiye etmeye çalışan, yaşamı cehenneme çeviren bir yıkım ve ölüm makinası bir sistemdir.
Çöküşe giden kapitalizm savaşlara başvurmaktan yaşayamaz. Hegemonya ve üstünlük savaşında rakip gördüğü devletleri diz çöktürme hamlelerinde silah tekellerinin, savaş baronlarının kazanmaması, mazlum halkların başlarına evlerinin yıkılmaması için verili koşullarda yeni bir yol olan “Yeni Rojavalar” yaratılması için çalışmak ve mücadele etmek doğru olandır.
Silah tekellerinin, savaş baronlarının haksız savaşlarına daha fazla tanıklık etmemek, hegemonya savaşlarını Orta Doğu’dan silmek için “Yeni Rojavalar” yaratılmasına yaşamsal ihtiyaç vardır. Özgür Geleceği yaratmak için güneş olup yaşamı aydınlatmaktan başka bir seçenek bulunmamaktadır.
(Yeni Özgür Politika – 17 Haziran 2025)