
Türk resmi tarihçilerinin ve politikacılarının sözleri ve anlatıları üzerinden değil, yaşanmış olanların tanıklığında geçmişe ve tarihe bakacağız. Üstü halklar hapishanesi, altı halklar mezarlıkları olan ülkede mazlumların sessizliği adalet ve özgürlüğün en güçlü sözü olacaktır.
Kötülüklerin örgütlendiği topraklarda hangi tarih sayfasına dokunsan bin ah okunur. Sayısız utanç dolu zulüm suretlerine rastlanır. Türk ve Müslüman olmayan halkların acı dolu travmaların yaşandığı ve yaşatılmaya devam edildiği zamanlarda arsızların haklı olmadığı ancak halen güçlü olduğu günleri yaşamaya devam ediyoruz. Türkiye’de tekrar ederek yaşanan ve yaşatılan tarih değil, devlet zulmüdür. Yüzleşilmeyen sayısız Ermeni-Rum-Kürt-Alevi katliamlarıdır. Türk egemenleri varlıkları boyunca servet hikayelerini mazlumların kanı ve gözlerinden akan yaş üzerinde yazmaya devam ederken adalet her defasında yaralanıp sakatlanıp geri dönse de halkların adalet ve özgürlük arayışı son bulmayacak.
Ermeniler, Rumlar, Asuriler, Kürtler, Êzîdîler, Aleviler bugüne dek zulmün kırbacını yemeden ırkçılığın lanetli sözünü dinlemeden rahat bir gün yüzü göremedi. Her gün ölümün, nefretin, acının yükünü taşıyarak yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Ne Rumlara, Ermenilere ne de Kürtlere ve Alevilere karşı nefret söylemleri ve düşmanlık bitmiyor. Türk tarihçisinden, sözde bilim insanına dek beyin ve duygularına ırkçılık ve düşmanlık kazılı olmayan insan parmakla sayılacak kadar azdır bu ülkede. Türk medyası her dönem, her gün halklara karşı düşmanlığın merkezi iğrenç bir aygıtı gibi çalışıyor.
Bu topraklarda dağları evlat kokan, anadilleri anavatanları olan Kürtlerin ismi katliam, sürgün, kayıplarla eşdeğer olarak anılmaya devam ediyor. Her bir ağacın, her bir çiçeğin mezar olduğu Kürdistan’da Kürt anaları halen inat ve umutla uçurum diplerinde evlatlarını arıyor.
Şeyh Sait-Koçgiri-Zilan-Ararat-Dersim katliamları Kürtlerin yazılı isimleri olarak okunmaya devam ediyor. Maraş-Çorum-Sivas-Gazi Alevilerin duvarlarına kazılmış kırmızı katliam işaretidir. Dinmeyen yanık insan kokusudur. 6-7 Eylül pogromu bir Sivas, bir Koçgiri’nin Rumca yazılı ismidir.
Yüzleşilmeyen, unutturulmaya çalışılan 6-7 Eylül pogromu, bugün Cumartesi, barış ve şehit analarının aradıkları evlatlarının isimlerinde yaşanmaya devam ediyor.
70 yıl önce gerçekleşen 6-7 Eylül Pogromu Özel Harp Dairesi’nin örgütlediği kristal bir gecedir. Mazlum ve kadim halklara yaşatılan kan ve zulüm dolu bir “Roja Reş”dir. Türk devleti mazlum ve kadim halklara yaşattığı pogromla kendini yeniden var etmeye çalışıp, Türk/İslam sentezi üzerinden Türklük ideolojisini yeniden biçimlendirdiği gündür. İttihat-Terraki’den Kemalist iktidara dek süren Rum-Ermeni mallarına ve zenginliklerine çökme saldırıları Menderes hükümetiyle devam etti. DP hükümeti tıpkı önceki Türk hükümetleri gibi çökme saldırısını önceden planlayıp hazırladı. Ve Eylül, yaşanan korkunun, bitmeyen travmanın günü oldu. Nisan gibi Eylül’de travmanın gizli kodu oldu.
Organize suç ve soykırım örgütü olan TC devleti mazlumlara yaşattığı tüm zulmü önceden planlayıp hazırlamıştır. Tüm katliam dolu yaşanan olaylarda olduğu gibi 6-7 Eylül Pogromu’ndan önce Rum-Ermeni halkların evleri kırmızı boyayla işaretlenir. Her katliam öncesi olduğu gibi devlet eliyle bir yalan haber atılır ortalığa. Bu yalan haber bir işaret fişeği gibi öyle hızlı yayılır ki hazır bekleyen bindirilmiş kıtalar için inanmamaları için fazla sebep ve zaman kalmaz. Daha önceki sayısız Ermeni-Rum-Kürt-Alevi katliamlarında yaşandığı gibi ortaya atılan yalan haberler gibi “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” yalanı bir bomba gibi çöker çoraklaştırılmış başıbozuk çapul ordularının beynine. Ve bu başıbozuk çapul orduları her katliamda olduğu gibi “Allah ve Türklük adına”, “yakma-yıkma ve çökme” için ellerinde kazma, balta, pala ve sopalarla kesmeyecekleri mazlum damarı, koparmayacakları masum kellesi, talan etmeyecekleri bir zenginlik bırakmazlar. Geride her zaman olduğu gibi yıkıntılar arasında harap ve viran olmuş evler, dükkanlar, kilise ve okullar kalır. Halkların kayıtlı hafızasında yazılı olan “Buradan Türk istilacıları geçti” bir kez daha okunur.
6 Eylül gecesi İstanbul da Rumlar başta olmak üzere Ermenilerin, Yahudilerin, evleri, dükkan ve kiliseleri yakılır, yağmalanır. Sadece mallar değil, hatıralar, komşuluk bağları da paramparça edilir. Onlarca insan öldürülür, yüzlerce insan yaralanır, sayısız kadına tecavüz edilir, on binlerce insan kadim topraklarından, köklerinden zorla sökülerek kırık kalpleriyle sürgün yollarında bilinmezliğe sürüklenir. Sürgün edildikleri topraklarda hasret çeken Rumlar “Beni doğduğum yere, Anadolu’nun bağrına gömün”, her şeye rağmen “Ben İstanbul’u seviyorum” diyerek hikayelere, romanlara, şarkılara konu olan silinmez dramlar yaşanır.
Kabul etmek gerekir, sayıları az da olsa “Kristal gece”de herkes saldırıya katılmadı. Komşularını saklayan, koruyan kurtarmak için hayatını tehlikeye atanlar da oldu. Ancak yıllarca komşuluk yaptıkları evlerin camlarını ilk taşlayanlar en yakınlarındaki insanlar ve kapı komşuları oldu. Hafızaya yalnızca yıkım ve yağma kazınmadı. Aynı zamanda örnekleri az da olsa dayanışma ve vefa da yazıldı.
Bindirilmiş kıtalarca yıllarca uydurulan “Türkler karıncayı bile incitmez” yalanı öyle bir mazlumu kırıp yaralar ki hafızaya kayıt edilen öfkeye ne yapılsa da silinmez.
6-7 Eylül Rum ve Ermeni halkının yaşadığı utanç dolu zulüm günlerinden biridir. Hiçbir resmi tarih ve ideoloji katliam ve kötülüklerle dolu olan Cumhuriyi-Turki’nin kuruluş kodunu silemez ve paklayamaz. “Her Türk asker doğar” sloganıyla doğan her Türk’ün bilinç ve duygusu zehirlidir, lekelidir. Çocuktan katil yapan, soykırımcı yetiştiren bir neslin evladı olarak övünmek bir utanç olarak lanetlenmesi gerekirken bir kahramanlık ve gurur sözü haline getirildikçe katliamlar ve acılar son bulmayacak.
Halen ülkenin birçok köşesinde Ermeni ve gerilla kemikleri çıkıyor. Yakın zamanda Ararat eteklerinde Aguri köyünde ortaya saçılmış soykırıma uğramış Ermeni yetimlerinin yığılı kemiklerine rastlandı. Ne defneci kılıklı çeteler ne de İlber Ortaylı gibi Turancı-kafatasçı tarihçilerin ırkçı ve işgalci dolu fikirleri, resmi Türk tarih ve kayıtlarında yazılı olmayan ancak halkların hafızasında kayıtlı olan gerçekliği örtbas edemez.
Soykırımcılar bilsin ve unutmasınlar ki Yaşar Kemal’in dediği gibi “Yuva yıkanın, yuva bozanın yuvası olmaz.”