
Kötülüklerin büyüyerek her tarafta egemen olduğu günümüzde doğruları yüksek sesle söyleme cesaretini göstererek, güçlünün karşısında dik ve sağlam durmaya çalışmaya dünden ve her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Onur ve vicdan sahibi insanlar, haksızlığa karşı öfkeyle titriyorsa işte o zaman insan olmanın erdemi, paranın ve iktidarın gücünden daha fazla değerli olduğunu gösterebiliriz.
Bir asırdan fazla geçen zaman yetmiyor Kürtlerin varlığının inkarı, Kürt dilinin ve haklarının reddini açıklamaya. Devlet kayıtlarına “anlaşılamayan dil” olarak geçen, her türlü red ve inkar politikasına karşın, Kürtçenin kalbin ve sevginin dili olmasını engelleyemiyor. İşi devlet yönetmek olan, bir avuç yabancılaşmış erkin yasak ve inkarları, bitmeyen asimilasyon politikaları, Kürtçenin ahengini, melodisini, şiirselliğini ve sıcaklığını durduramıyor. Dipsiz bir kuyunun dibinden dinmeden yankılanan Kürtçe; acıları, yaşanmışlıkları en içten tanımlamaya devam etmekten yorulmuyor. Kürtçe sadece bir iletişim aracı değildir. Aynı zamanda zengin bir sözlü geleneğe ve şiirsel bir yapıya sahip, kadim bir dildir. Bundandır ki, Bitlis kökenli Amerikalı Ermeni yazar Kürtçeyi “kalbin ve sevginin” dili diye tanımlar.
Kürt kültürü düşünüldüğünden ve sanıldığından daha zengin ifadelere sahiptir. Aşk ve sevginin yeri sadece romantik bir sınırla çizili değildir; sarsılmaz sadakat, karşılıksız fedakarlık, derin saygı, tanımsız kahramanlıktır. Kürtçe kalpten kalbe dostça ve insanca kurulmuş bir köprüdür.
Zamana sığdırılamayan tünelde Türk devlet yöneticilerinin ve en zalim zindancıbaşıların Kürtçenin konuşulmasına utanmadan “yasax” koyup; “vatandaş Türkçe konuş, çok konuş’’ demeleri şimdiye dek var olan hangi sorunu çözebildi? Durdurabildi mi Kürtçenin akademik gelişim hızını? Engelleyebildi mi dinlenen “Lori lori Kure min lori” stranlarını?
Dört parça Kürdistan’da yaşayan milyonlarca Kürt’ün anadili olan Kürtçenin serbestçe konuşulması, ikinci bir resmi dil olarak kabul edilmesi konusunda TBMM Komisyon Başkanı Numan Kurtulmuş şöyle demektedir: “Türkçenin dışında herhangi bir ikinci dil resmi dil olarak konuşulmaz.”
Yasak ve yok sayma dışında başka bir fikri olmayan Türk devlet yöneticisi, yüz yıllık egemen Türk zihniyetini ve aklını tekrarlamaktan geri durmuyor. Komisyon Başkanı yasakçı ve inkarcı dili kullanırsa barışa ve demokratikleşmeye nasıl gidilebilir? Kapıyı ve yolu baştan kapatan zihniyet, özgürlüğün yolunu açabilir mi?
Bu egemen zehirli zihniyetten, Türklük üstünlüğünden ne zaman kurtulunacak? Bırakalım Kürtçenin resmi dil olarak kabul edilmesini, bir gün ve bir an bile olsa Kürt dili ve melodisini her şeyden bağımsız bir şekilde ne zaman dinlemeye ve anlamaya çalışacaklar? Kin ve önyargılardan, Kürt düşmanlığından ne zaman kurtulmak isteyecekler? İnsanlardan çok, dillerin birbirleriyle kavga etmeden yan yana birlikte yaşayabildiğini Türk yöneticileri ve bürokratları ne zaman öğrenecek? Ne zaman kin ve düşmanlık gütmeden barış analarının Kürtçe konuşmasını olgunluk ve sabır içinde dinlemesini öğrenebilecek?
Burjuva anlamda bile olsa asgari bir demokratik norma sahip olamayanlar; faşizmin, feodalizmin, gericiliğin kör kuyusundan kolayca çıkıp Kürt’ün diline hoş görüyle bakamaz.
Aklı başında ve normal bir düşünme sistematiğine sahip olan hiçbir insan milyonlarca insanın konuştuğu bir dili tehdit ve güvenlik sorunu olarak görmez. Tek taraflı, ayrımcı, dil kullanmaz. Kürt diline karşı onur kırıcı, aşağılama tutumuna girmez.
Rakel Dink’in dediği gibi “Kürtçe-Türkçe-Ermenice konuşuyorum. Bu üç dil birbiriyle kavga etmeden yan yana durabiliyor.” Bu özlü sözün bile ne kadar anlamlı ve değerli olduğu anlaşılabilinirse sorunun dillerde değil; ırkçı, kirli zihniyetlerde olduğu rahatlıkla görülür.
Kürt dili, kıyafeti, folkloru, stran ve isimlerin yasaklanmasının tarihi yeni değildir. M. Kemal döneminden itibaren günümüze dek Kürtçe resmi ve sosyal yaşamda yasaklandı. Cumhuriyet ilanından itibaren Kürt sözcüğü telaffuz edilmez oldu. Türk ve Türklük vurgusu ön plana çıkarıldı. 1930’ların başında ise “Türk-Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” anlayışı doğrultusunda, “herkesin Türk olduğu”, “Kürt diye bir milletin, Kürtçe diye bir dilin olmadığı” vurgulanmaya başlandı.
Türk olanların mutlu olacağı (!) ve Türk ulusunun ebediyeti esas hale getirildi. Türkiye’nin tarihte Türk olduğu ve ebediyen Türk kalacağı vurgusu M. Kemal tarafından yapıldı. “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Bir Türk Dünya’ya Bedeldir”, “Her Türk Asker Doğar”, “Türk Öğün, Çalış, Güven” sloganları dağlara, taşlara, okul ve askeri duvarlara kazıldı. Yazılmayan bir karış yer bırakılmadı. Eğitim kurumlarında parola; “Yüksel Türk! Senin için yükseklik hududu yoktur” oldu.
Yarım asırdır bu topraklarda varlıkları ve dilleri yok sayılma pahasına en onurlu direnişi ve mücadeleyi veren Kürtlerin, kimsenin lütfuna ihtiyacı yoktur. Onlar ne basit bir talepte bulunmaktalar ne de kapıda aman dileyen insanlar olarak vardılar. Sessizliğe mahkum edilmek istenseler de sesleri mutlaka can bulacaktır.
(Yeni Özgür Politika – 14 Ekim 2025)