
Türkiye’de 24 Nisan 1915, devletin resmî tarihinde “tehcir” olarak geçerken, yüz yılı aşkın süredir Ermeniler ve dünyanın birçok yerindeki tarihçiler, bu günü Ermeni Soykırımı’nın başlangıcı olarak tanımlıyor.
Aradan geçen 110 yıla rağmen, Türkiye hâlâ bu soykırımı tanımıyor. Yüzleşmenin, hesaplaşmanın olmadığı bir coğrafyada soykırımın adı hâlâ yasaklı. Bu sessizliğe, yok saymaya ve tarihsel inkâra karşı çalışanlardan biri Arat Karagözyan.
Yıllardır Ermeni halkının belleğini diri tutmaya çalışan Karagözyan ve bu alanda yürüttüğü çalışmalarla da biliniyor. Daha önce Ermeni kültürünü ayakta tutabilmek için dernek çalışmalarında da bulunan Arat Karagözyan’ın başkanlığını yürüttüğü Mezopotamya Ermeni Derneği Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 2016 yılında kapatılıyor. Derneğin kapatılmasının ardından doğal taş işletmeciliğine başlayan Karagözyan, Diyarbakır’da hala bu iş ile ilgileniyor.
Arat Karagözyan’ya göre Türkiye’de Ermeni Soykırımı’nın konuşulması gün geçtikçe daha da zorlaşıyor. Kamusal alanda bu konuya yer yok. “Devletin yüzleşmek gibi bir derdi yok” diyen Karagözyan, son yıllarda soykırım anmalarının ve etkinliklerinin azaldığını, hatta bazen yapılamadığını hatırlatıyor. “Bu mesele artık yalnızca belli başlı sivil toplum aktörlerinin gündeminde” diyor.
“İstanbul’un ortasında Talat Paşa Mahallesi hâlâ duruyor”
Arat Karagözyan’nın işaret ettiği en çarpıcı örneklerden biri, Talat Paşa isminin hâlâ sokaklarda, mahallelerde yaşatılıyor olması.
“Türkiye sınırları içerisinde bulunan bütün o coğrafyadaki mesela Ermeni anıtlarına ve Ermenilerde kalan hiçbir yapı şu anda sağlıklı bir şekilde ayakta durmuyor. Bazı kiliselerin, şu anda sembolik olarak yapılıyor ama netice itibariyle o da Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde kalıyor.
O bölgenin vakıflarında mesela mazbatası onlardadır. Ermeni halkına herhangi biri iade edilmiyor. İstanbul’u kast ediyoruz, Konstantinopolis’i orada da yok. Ermeni’yim diyebilen, o sokaklarda özgürce ben Ermeni’yim diyebilen hiç kimse de bulunması mümkün değil. Yan yana geldiğimizde Ermeni olduğumuz ve Ermeni ülkesini konuştuğumuz bazı şeyler dile getirildi. Türkiye’de bunu dile getirmek artık çok zor” diyor.
Aynı şekilde, Ermenilere ait ibadet yerleri, mezarlıklar ve yapılar ya yok edilmiş ya da sembolik restorasyonlarla “göstermelik” olarak korunuyor.
“Barış süreci de inkârdan ibaretti”
Karagözyan, 2010’ların başında gündeme gelen “Barış” söylemlerinin de gerçekte bir samimiyet taşımadığını savunuyor. Karagözyana göre barış süreci Ermenilere yer verebilecek bir yerde durmuyor.
Ermenilerinde içinde bulunduğu bir barışın söz konusu olması için arada çok fazla faktörlerin olduğunu belirterek, “Türkiye bunu yapabileceğini sanmıyorum. Azerbaycan faktörü var. Bu çok derin bir mevzu. Tam görmüyorum hiçbir şey. Özellikle Türk Devleti’nin Ermeni Devleti’yle, Ermeni Hükümeti’yle bazı diplomatik anlaşmazlıklarında Türk Hükümeti sürekli tehditkar davranıyor” dedi.
“Ermenice’ye, kültüre ve hafızaya saldırı var”
2016 yılında KHK ile kapatılan Mezopotamya Ermeni Derneği’nin başkanlığını yapan Karagözyan,
“Biz o dönemde Hatip Dicle Dönemi’nde, DTK üzerinde de Ekoloji ve İnançlar Komisyonu’nda biz yer aldık yönetimde. Dersimde bazı raporlar tuttuk. Bu raporlardan dolayı da bizim kanun hükmünde kararnameyla bizim derneğimiz kapatıldı o dönemde.
Çok raporlar düzenledik” diyor. Karagözyan çok fazla faaliyette bulunduklarını ve 2015 yıllarında hedef alındıklarını da belirterek, “Tabii bizim bu sanatsal faaliyetleri, el işi, Ermeni sanatını ön plana çıkartmak adına aktiviteler düzenledik. Dili üzerinde de bir çalışmamız oldu ama tam gerçekleştiremedik. Biliyorsunuz 2015 olaylarında özellikle Doğu ilerinde Ekoloji Kuvvetleri’nin Ermenileri hedef alan bazı söylemleri oldu” ifadelerini kullanıyor.