İstanbul– 8’inci dönem TİS görüşmeleri tamamlandı. Ücret, sosyal haklar ve çalışma koşulları gibi başlıklar masaya konuldu; görüşmelerde özellikle emekçilerin kazanımlarını koruma ve iyileştirme talepleri ön plandaydı. 2026-2027 yıllarını kapsayan bu süreç, hem sendikalar hem de çalışanlar açısından kritik bir dönemeç olarak değerlendiriliyor. KESK, emekçilerin sesi ve mücadelenin güvencesi olmayı hedefleyerek sürece aktif şekilde katıldı.
Özgür Gelecek Gazetesi’ne konuşan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı Eğitim-Sen İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Hüseyin Tosu, sürecin detaylarını ve kamu emekçilerinin taleplerini paylaştı.
Hükümet grev ve TİS’e karşı
TİS sürecinin emekçiler açısından olumsuz sonuçlanacağının başından beri belli olduğunu vurgulayan Hüseyin Tosu, süreci tıkayan en önemli unsurun hakem kurulunun yapısı olduğunu belirtti. Tosu, süreci şöyle özetledi:
“Sürecin nasıl ilerleyeceği baştan belli. Hükümet bir teklif sunuyor, sendikalar bir teklif sunuyor ve uyuşmazlık zaptı tutuluyor. Ardından hakem kuruluna gidiliyor. Hakem kurulu ise çoğunlukla hükümetin güdümünde. Toplam 11 üyesi var ve bunların 6’sı doğrudan ya da dolaylı olarak Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Bu nedenle hükümet, 4688 sayılı yasanın değişmediği sürece sürecin aynı şekilde devam edeceğini biliyor.”
Bu bağlamda KESK olarak temel itirazlarının 4688 sayılı yasanın değişmesi adımı için olduğunu vurgulayan Tosu, “Grev ve toplu sözleşmenin esas alındığı bir yasanın getirilmesini talep ediyoruz” dedi ve hükümetin bu talebe karşı olduğunu dile getirdi.
4688 sayılı yasa değişmediği sürece kamu emekçileri ve emeklilerin yoksulluğa mahkûm olmaya devam edeceğini ifade eden Tosu, esas talebin grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı olduğunun altını çizdi. Tosu, “Bu yasa değişmeden, çalışanların özgürce toplu sözleşme masasına oturması ve taleplerini dayatabilmesi mümkün olmayacaktır. Gerçek çözüm, emekçilerin örgütlü gücünü büyütmesinden geçiyor” dedi.
Hükümet masaya elinde kepçeyle oturdu
Öte yandan hükümetin bütün engelleme politikalarına karşı grev ve toplu sözleşmenin esas alındığı bir yasanın hayata geçirilmesi için eylemliklerini sürdürdüklerini ifade eden Tosu, aynı zamanda kamu emeklilerinin maaşlarından kesilen verginin yüzde onda sabitlenmesi gerektiğini aktardı.
“Çalışan 2-3. aydan itibaren yüksek birimlere tabi oluyor. Dolayısıyla hükümet bir eliyle verirken diğer tarafta kepçeyle daha fazlasını vergi ile geri almaktadır. Bu vergi sistemi oran ne olursa olsun bizleri yoksullaştıran, aleyhimize olan bir durumdur. Beyan usulü var, işverenler genellikle gerçek oranda beyan etmemektedir. Çalışanlar, emekçiler, memurlar, milyonlarca lira kazananlardan çok daha fazla vergi vermektedir. Dolayısıyla bu vergide bizim açımızdan oldukça önemliydi. Yine bir diğer talebimiz de memurların ortalama maaşının yoksulluk sınırlarının üzerinde olmasıdır. Ortalama 80-89 bin TL yoksulluk sınırı vardır. Bu talepler siyasal iktidar tarafından başından beri kabul görmedi. Biz de bunları kabul ettirmek için uzun bir mücadele yürüttük. Bu mücadele bütçe sürecinde de devam edecektir. Temel amacımız çalışanların refah içinde yaşamalarını, emeklilerin karşılıklarını alabilecekleri bir ücret politikasını sağlamaktır.”
“Memur-Sen, hükümetin manipülasyon aracı”
Sarı sendikaların birer mücadele zemini oluşturarak emekçilerin hak mücadelesinde bir temel olmak yerine siyasal iktidarın güdümünde hareket ettiklerini vurgulayan Tosu, “Memur-Sen’in en önemli işlevi, siyasal iktidarın çalışanlara dönüp politikalarını hayata geçirme amacıyla kullanılan bir araç, bir manipülatif amaçlı araç aşamasını aşmamaktadır” şeklinde konuştu.
Sendikaların bağımsız ve muhalif bir çizgide olması gerektiğinin altını çizen Hüseyin Tosu, sarı sendikaların ise siyasilerin manipülasyon aracı hâline geldiğini vurguladı. Tosu, “Çalışanlar gerçek anlamda, günbegün yoksullaştıkları bir ortamda daha gerçekçi talepler ortaya koyar ve bu taleplerin arkasında diğer sendikalarla birlikte durma yönünde bir arayış içerisinde olurlardı. Ama yapılan bir haftalık bir şovdan öteye gitmiyor” diyerek, siyasallaşan sendikaların emekçilerin haklarını savunmak yerine onları oyalayan bir pratiğe sürüklendiğini ifade etti.
Memur-Sen’in gerçek anlamda emekçileri önceleyen bir pratikte olmadığını söyleyen Tosu, “Bugüne kadar çalışanlar için somut bir kazanım elde etmemiştir; sadece propaganda maksatlı listeler ve yayınlar vardır. Siyasal iktidarın verdiği haklar kendi kazanımları gibi gösterilerek göz boyama yapılır” dedi.
“Kamu emekçileri, mevcut durumu görüp değerlendirmelidir. Son 14 yıldır, 7 dönem boyunca artı 2 yıl daha dahil olmak üzere 16 yıldır yoksullaştıran bir yapı devam ediyor. Buna rağmen Memur-Sen en çok üyeye sahip. Çalışanlar bunun nedenini kendilerine sormalıdır. Sendika, çalışanların ekonomik ve demokratik haklarını savunması gereken bir örgüttür; bunu yapmıyorsa çalışanlar tepki göstermeli, gerekirse istifa etmeli ve haklarını savunabilecekleri başka örgütlere katılmalıdır.”
“Yüksek düzey bürokratlara hitap eden iyileştirmeler”
8’inci dönem TİS görüşmelerinin ardından çalışanların bazı kazanımlar elde ettiği yönünde açıklamalar yapılsa da verilen rakamların gerçeği yansıtmadığına dikkat çekildi. Resmî olarak 58 maddelik kazanımdan söz edilmesine karşın, bu maddelerden 44’ünün bir önceki dönemde elde edilen haklar olduğu ortaya çıktı.
Tosu; Hizmet kodları düzeyinde bazı kazanımlar imzalandı. Ancak bu kazanımlar kamu çalışanları için yeterli olmadı. 58 kazanım olduğu belirtiliyor, ancak 44 maddesi önceki toplu sözleşmelerde zaten vardı. Yaklaşık 11 kalemde cüzi artışlar var, bunlar daha çok yüksek düzey bürokratlara hitap eden iyileştirmeler. Çalışanların tamamına dönük ciddi bir kazanım yok. Örneğin eğitim alanında, öğretmenler bu kazanımlardan faydalanmamıştır.”
Toplu iş sözleşmelerinin emekçilerin haklarını geliştirmekten ziyade birer paravan ve aldatmaca olarak işlediğini dile getiren Hüseyin Tosu, iktidarın bu süreçleri emekçileri oyalamak ve tepkileri bastırmak için kullandığını ifade etti. Tosu, “Grev hakkı olması lazım. Eşit temsiliyet olmalı; sadece çoğunluğu sağlamış olan, siyasal iktidarın desteklediği sendikalarla değil, var olan tüm sendikaların katılımıyla masaya oturmak gerekiyor. Hakem kurulu gibi bir mekanizma olmamalı. Çalışanlar taleplerini dayatabilmek için üretimden gelen güçlerini kullanabilmelidir” dedi.
Bu söylemlerini destekler bir örnekle devam ettiren Tosu, Memur-Sen’in yüzde 88 zam talebi ile masaya oturup yüzde 11 oranındaki zam teklifine evet diyerek, “Memur Sen’in başkanı ve sözcüsü siyasal iktidara karşı hedef alan bir tutum göstermemektedir. Sendika, çalışanları manipüle ederek siyasal iktidarın politikalarını uygulamakta ve üyeleri için mücadele etmektedir” ifadelerine yer verdi.
Sınıf sendikacılığı yetersiz
AKP’nin yarattığı baskı ve korku otoritesinin bir sonucu olarak halk ve emekçiler, gerçek taleplerini yükseltmek yerine küçük çıkarlarla yetinmeye zorlanıyor. Bu durum, iktidarın sistemli biçimde yarattığı çaresizliğin ve örgütsüzleştirmenin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Toplumsal yaşamın bu şekilde manipüle edilmesi, Memur-Sen ve benzeri sarı sendikaların neden hala ayakta kalabildiğini de açıklıyor. Tosu, bu durumu şöyle ifade etti: “Siyasal iktidarın yarattığı baskı ortamının bir yansımasıdır. Memur-Sen, 2002 öncesinde üye sayısı 20 binin altında olan, AKP iktidarı sonrası doğrudan siyasetin teşvikiyle büyümüş bir sendikadır. Üyeler çoğunlukla küçük çıkarlar için bu sendikaya yönlendirilmektedir.”
Türkiye’de sendikal hareketin genel durumunun sınıf sendikacılığı açısından yetersiz olduğu yönünde değelendirme yapan Tosu, “İşçi alanında Türk-İş ve Hak-İş siyasal iktidara yakın, DİSK mücadeleci ama sınırlı etkiye sahip. Kamu alanında da benzer tablo söz konusudur. Sınıf mücadelesi ücret ve sınırlı sendikacılıkla sınırlı kalmaktadır” ifadelerine yer verdi.