GüncelLGBTİ+

Özel-Haber | Akbelen Direnişi: Danıştay kararının ardından mücadele yeniden başladı

Akbelen Ormanı’nda mücadele Danıştay kararının ardından yeniden başladı. Bölge halkı, aktivistler ve hukukçular, ormanın yok edilmesine karşı nöbet ve eylemlerini sürdürüyor.

Muğla Milas’ta bulunan Akbelen Ormanı, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine kömür sağlamak amacıyla açılmak istenen maden ocağı nedeniyle gündeme gelmişti. Limak ve İÇTAŞ ortaklığına ait Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş. (YK Enerji), bölgedeki ormanı keserek kömür madeni açmak istemişti.

Buna karşı köylüler, ekoloji örgütleri ve aktivistler “Akbelen Direnişi” adıyla ormanda nöbet başlattı. Zeytinliklerini, su kaynaklarını ve yaşam alanlarını korumak için davalar açan köylüler, kesim girişimlerine karşı günlerce eylem yaptı. Danıştay’ın maden şirketine yönelik kararının ardından direniş tekrar başladı.

Akbelen Ormanı’ndaki hukuki süreci yeniden başlatan Avukat İpek Sarıca Gazetemiz Özgür Gelecek’e konuştu: “Talan yasasında yer alan 45’inci madde zeytinliklere girilmesini mümkün kılan bir düzenleme”

“Kanunların genel geçer olması gerekir”

Talan Yasası, 19 Temmuz 2025’te yasalaştı. Geçici 45’inci madde ile zeytinlikler ve orman alanlarında madencilik faaliyetlerinin önünü açıyor. Sarıca, yasanın özellikle Yeniköy ve Kemerköy’deki termik santraller için açılan kömür ocaklarının önünde duran ve yönünü değiştiren zeytinliklerin kesilmesine zemin hazırladığını vurguluyor: “Kanunların genel geçer olması gerekirken, bu madde kişiye özel çıkarılmış bir düzenleme niteliğinde. Öncelikle bu zemini bilmek gerekiyor” diyerek kanunların kamu yararını değil sermayeyi önceleyerek hazırlandığını belirtti.

Akbelen Ormanı’ndaki arazilerin büyük çoğunluğu köylüye ait,” diyen Avukat İpek Sarıca, “Zeytinlerin taşınmasına dair usul ve esaslar yayınlandı. Şirketler yalnızca satın aldıkları tarlarda faaliyet gösterebiliyor, köylülerin elinde kalan tarlara giremiyor. Tek engel acele kamulaştırma sürecinin tamamlanması” dedi.

Akbelen Ormanı’ndaki talana karşı hukuki süreci tekrar başlattıklarını dile getiren Sarıca, “Hukuki açıdan yürüttüğümüz bu mücadele, aynı zamanda yerelde verilen direnişle ve kamuoyunun desteğiyle de güçlenmek zorunda. Bu açıdan basının desteği de çok önemli” diyerek Bu dava hem hukuki hem de toplumsal mücadele açısından önemine değindi.

“Doğal varlıkları yok ediyor”

Türkiye’de ‘doğa hakkı’nın tanınmadığını belirten Sarıca bu hakkın tanınması gerektiğine belirterek, vahşi madenciliğin kapitalizm ve neo-liberalizmle birlikte yöresinde bulunan yaşamı kendisine muhtaç hale getirdiğini aktararak doğal varlıkların yok edildiğini söyledi.

“Bir noktadan sonra gelip, insanların geçimlerini sağladıkları, yaşamlarını kurdukları, hafızalarında yer etmiş doğal varlıkları yok ediyor. Bu çok acı bir durum, çünkü insanların günlük hayatlarını doğrudan değiştiriyor.”

Vahşi madencilik yalnızca doğayı yok etmekle kalmıyor, halkın yaşamını da dönüştürüyor. Direnişe katılan köylülerden bazıları, madencilik şirketleriyle işbirliği yapmak zorunda bırakılırken, bir kısmı direnişi sürdürerek yaşam alanlarını korumaya çalışıyor. Avukat Sarıca, bunu bir anıyla şöyle özetliyor:

“Geçtiğimiz baharda TÜMAD Altın Madeni’nin kapasite artışı için İvrindi’de bir köye gittik. Yan yana iki köy vardı; biri kerpiç evlerin hâlâ durduğu, yoksulluğun ve doğallığın görünür olduğu bir köy, diğeri ise üç katlı betonarme evlerin olduğu, şehir yaşamının hâkim olduğu bir köy. Kahvehanede düzenlenen halkın katılım toplantısında, zengin köyden gelenler, ‘Eskiden bize hayvanlarımız için yem verirdiniz ya da parasını verirdiniz. Çocuklarımıza burs sağlardınız, artık sağlamıyorsunuz. Yakacak verirdiniz, vermiyorsunuz. Bu destekleriniz kesildi, geri istiyoruz’ dedi.”

Çevre katliamları politiktir

Maden faaliyetlerinin yalnızca çevreyi değil, sosyal ilişkileri ve yerel yaşamı da şekillendirdiğini vurgulayan Sarıca, “Vahşi madencilik, insanların yaşamlarını değiştirerek onları şirkete bağımlı hâle getiriyor. Eskiden merasında hayvan otlatan köylü, şimdi merasını kaybetmiş durumda” ifadelerine yer verdi.

Çevre hukuku ile çevre mücadelesinin birkaç farklı ayağı olduğuna değinen Sarıca durumu şöyle açıkladı: “Birincisi basın ayağı; görünür kılınması için basınla desteklenmesi gerekir. İkincisi hukuk ayağı; mücadeleyi meşru kılmak için zorunludur. Üçüncüsü direniş, yani halkın fiili mücadelesi. Dördüncüsü ise son dönemde iyice açığa çıkan politik boyut.” Sarıca, her bir ayağın eksikliğinin doğayı ve halkın haklarını savunma sürecini zayıflattığını ve mücadelenin sermaye için fırsata çevrildiğini dile getirdi.

Çevre mücadelesinin politikanın üstünde olduğu yönündeki söylemlerin gerçeği yansıtmadığını belirten Sarıca, “Çevre mücadelesi artık tam da politikanın kendisi haline geldi. Bu sömürüyü sürdürebilmek için politikanın içine girilmesi gerekiyor. Örneğin, maden yasası çıkmadan birkaç gün önce Enerji Bakanı sanayide nükleer enerji kullanılacağını duyurmuştu. Ardından talan yasası yürürlüğe girdi” diyerek çevre mücadelesinde politikanın belirleyici rolünü vurguladı.

Dayanışma, onurlu bir yaşamın vazgeçilmezi

Mücadelenin yalnızca Akbelen Ormanı ile sınırlı kalmadığını vurgulayan Sarıca, farklı coğrafyalarda da benzer direnişlerin sürdüğünü aktardı:

“Balıkesir Burhaniye’de köylüler merasına kompost tesisi istemedikleri için sokağa çıkıyor, jandarmayla karşı karşıya geliyor. Afyon ve Kırşehir’de insanlar topraklarına iş makinesi sokmamak için direniyor. Afyon’da 3500 kişinin katıldığı söyleniyor.”

Açıklamasını onurlu bir yaşam için dayanışma mücadelesinin önemine ve gerekliliğine atıfta bulunarak bitiren Sarıca, mücadele yöntemimizin değişmesi gerektiğini vurguladı: “Herkesin, her varlığın ihtiyacı olduğu için mücadele etmek zorundayız. En büyük ihtiyacımız olan şey şu an dayanışma. Ama sıradan dayanışmadan bahsetmiyorum. Dayanışma biçimlerini değiştirerek, farklı şekillere büründürerek dayanışmaya ihtiyacımız var. Çünkü politikalar değişti, kapitalizm farklı bir boyuta evrildi, madencilik de farklı yollarla ilerliyor.”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu