
Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde yer alan Hasandin Yaylası, 17 yıldır maden arama faaliyetlerine karşı sürdürülen kararlı bir halk direnişinin merkezi konumunda. Bölge halkının yaşam alanlarını, suyunu, dağını, taşını ve ağacını koruma mücadelesi, hem hukuki hem de toplumsal boyutlarıyla Türkiye ve T. Kürdistan çevre mücadeleleri tarihinde önemli bir yer edinmiş durumda. Halk, maden faaliyetlerinin yalnızca doğayı tahrip etmekle kalmadığını, aynı zamanda bir insansızlaştırma politikası olduğunu ifade ediyor.
Direnişin başlangıcı: 17 yıl önce alınan ÇED raporu
Hasandin Yaylası’nda maden arama faaliyetlerinin, 2007-2008 yıllarında Kulp Maden ve İkobüs Ticaret AŞ tarafından başlatılmak istendiğini belirten Diyarbakır Barosu Çevre ve Ekoloji Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, şirketin bu dönemde Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu aldığını söyledi. Ancak çevre mevzuatına göre, bu raporun alındıktan sonraki 5 yıl içinde kullanılmaması durumunda geçersiz hale geldiğini hatırlatan İnan, “Şirket 17 yıl önce bu faaliyet için rapor aldı. Ancak 5 yıl içinde yatırıma başlamadığı için ÇED raporu, yönetmelik gereği düştü, yani geçersiz oldu” dedi.
Yaklaşık çeyrek asırlık sürede şirketin uzun süre sessiz kaldığını, fakat geçtiğimiz yıl aynı mevsimde yeniden yaylaya dönerek faaliyetlere başlamak istediğini belirten İnan, “Halk bunu kabul etmedi ve kitlesel bir tepki gösterdi. Biz Diyarbakır Barosu olarak şehrin diğer paydaşlarını bilgilendirdik, hukuki süreci takip ettik, kamuoyu baskısı oluşturduk ve sahada mitingler düzenledik” diye konuştu.
Bakanlık yazışmaları ve çelişkili yanıtlar
Diyarbakır Barosu’nun, maden faaliyetlerinin hukuki durumunu netleştirmek için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na yazı yazarak şirketin ÇED raporunun durumunu sorduğunu belirten İnan, “Bakanlıktan gelen ilk cevapta, ÇED raporunun 5 yıl içinde yatırıma başlanmadığı için geçersiz olduğu doğrulandı. Bu belgeyi ele geçirmemiz ve halkın sahadaki tepkisi, şirketin geri çekilmesinde etkili oldu. Ancak şaşırtıcı şekilde, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, daha sonra kendi verdiği cevabın tam tersini söyledi. Önce ‘ÇED raporu geçersiz’ dediler, sonra ‘ÇED raporu geçerlidir’ cevabını verdiler. Bu, idarenin kendi yanıtlarıyla çeliştiğini ve şirketlerle olan kafa karıştırıcı ilişkilerini ortaya koyuyor” diye vurguladı.
Karakol inşası: Maden güvenliği için mi?
Maden faaliyetlerine başlamadan önce alanda bir karakol inşa ettiren şirketin, bu yapıyı madenin güvenliği için kullandığını açıkça itiraf ettiğini belirten İnan, “Şirket, ‘Kendi bütçemizden karakolu yaptırıyoruz, madeni başlatacağız’ diyerek bunu açıkça itiraf etti. Bianet muhabiri Evrim Deniz’in şirketin çevre mühendisliği avukatıyla yaptığı görüşmenin ses kaydını kamuoyuyla paylaşmasının ardından şirket, gazeteci hakkında suç duyurusunda bulundu” dedi.
Bölgeye bir heyetle giderek komutanla görüştüklerini ve karakolun gerçekten madenin güvenliği için yapıldığının resmi ağızlardan da teyit edildiğini aktaran İnan, “Bu usulsüzlüğü kabul etmek mümkün değil. Şirket açıkça maden faaliyetlerini korumak için karakol yaptırıyor ve bu durum devlet yetkilileri tarafından da doğrulanıyor. Bu skandalın boyutlarını gözler önüne seriyor. Bölge halkı, bu karakol inşasının yalnızca maden faaliyetlerini koruma amacı taşımadığını, aynı zamanda bir insansızlaştırma politikasının parçası olduğunu düşünüyor” dedi.
Hukuki mücadele: ÇED raporu kayboldu!
Diyarbakır Barosu ve bölge halkı olarak hukuki mücadele başlattıklarını ve davanın Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi’nde görüldüğünü belirten İnan, sürecin beklenmedik bir ‘skandalla’ karşı karşıya kaldığını söyledi: “Mahkeme, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden ÇED raporunu istediğinde, müdürlük raporun sel baskınında kaybolduğunu veya tahrip olduğunu bildirdi. Şirket de raporu sunamadı. Türkiye’de ilk kez ÇED raporu ya da proje tanıtım dosyası olmadan bir maden faaliyetine başlanıyor. Bu, çevre kanununa açıkça aykırıdır.”
ÇED raporunun, bir maden projesinin çevresel etkilerini, koordinatlarını, toz hesaplamalarını ve mühendislik detaylarını içeren kritik bir belge olduğunu vurgulayan İnan, “Ortada ÇED raporu yoksa, projenin çevreye zarar verip vermeyeceği bile bilinemez. Mahkemenin bu durumda yürütmeyi durdurma kararı vermemesi, kanunsuzluğun ve adaletsizliğin açık bir göstergesidir. Mahkeme, Çevre İl Müdürlüğü, devlet ve askeri birimler; hepsi sermayeyi korumak için halkın karşısında duruyor” diye belirtti.
İnsansızlaştırma politikası
Bölge halkı, maden faaliyetlerinin yalnızca çevresel bir tehdit olmadığını, aynı zamanda kendilerini topraklarından koparmayı hedefleyen bir insansızlaştırma politikası olduğunu dile getiriyor. Yaylanın yalnızca geçim kaynağı değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal yaşamın da merkezi olduğunu belirten İnan, “Bu faaliyetler doğayı yok etmekle kalmıyor, halkın yaşam alanlarını ellerinden alarak onları göçe zorluyor. Karakol inşası da bu politikanın bir parçası olarak görülüyor. Bölgedeki askeri varlık, halkın yaşam alanlarını daha da kısıtlıyor” dedi.
Direnişin bölgesel ve toplumsal önemi
Hasandin Yaylası’ndaki direnişin sadece bir yaylanın korunması değil, Diyarbakır ve T.Kürdistan’ı bölgesinde çevresel bilinçlenmenin ve toplumsal dayanışmanın sembolü haline geldiğini ifade eden İnan, “Geçen yıl ilk kez Diyarbakır’da kitleler, yaşam alanlarını, suyu, dağı, taşı, ağacı savunmak için bu kadar örgütlü bir tepki gösterdi. Hasandin bir kıvılcım oldu. Bu direniş, 10-15 farklı yerel mücadeleyi tetikledi. Halk artık daha bilinçli ve örgütlü” diye belirtti.
Hasandin Yaylası ve doğayla bağ
Yaylanın sadece ekonomik değil, kültürel ve ekolojik bir zenginlik sunduğunu vurgulayan İnan, “İnsanlar yaylada 7-8 gün kalıyor, hayvanlarını otlatıyor, bitki topluyor ve geleneksel yaşam biçimlerini sürdürüyor. Doğayla sevgi ve saygı çerçevesinde bir bağ kurmuşlar. Bu bağın bozulması, sadece geçim değil, kültürel bir yıkım anlamına geliyor” diye ekledi.
Çevresel ve hukuki usulsüzlükler
Hasandin Yaylası’ndaki mücadele, aynı zamanda devlet kurumlarının ve yargının tutumuna dair ciddi bir sınav. ÇED raporunun kaybolması, çelişkili resmi yanıtlar, karakol inşası ve yürütmeyi durdurma kararı verilmemesi, halkın adalet arayışını zorlaştırıyor. İnan, “Kanunsuzluk ve adaletsizlik her yerde: mahkemede, Çevre Müdürlüğü’nde, devlette, askeri yapılarda. Hepsi sermayeyi korumak için halkın karşısında birleşiyor” dedi.
Kamuoyuna çağrı: Dayanışma zamanı
Bölge halkı ve Diyarbakır Barosu, Hasandin Yaylası’ndaki mücadelenin yalnızca yerel değil, doğayı ve yaşamı savunan evrensel bir mücadele olduğunu vurguluyor. İnan, “Bu sadece Hasandin için değil, tüm Türkiye’de doğanın talanına karşı çıkan herkesi ilgilendiriyor. Kamuoyunu ses çıkarmaya, dayanışma göstermeye çağırıyoruz. Halk yalnız olmadığını hissetmeli. Sosyal medya kampanyaları, farkındalık etkinlikleri ve hukuki destek, bu mücadelenin genişlemesi açısından çok önemli” diye belirtti.
Direniş devam ediyor
Hasandin Yaylası’nda 17 yıldır süren direniş; halkın kararlılığı, Baro’nun hukuki takibi ve artan toplumsal duyarlılıkla güç kazanıyor. ÇED raporunun kaybolması, karakol inşası ve idari çelişkiler; şirketin usulsüzlüklerini ve devlet kurumlarının tartışmalı rolünü gözler önüne seriyor. Bölge halkı için bu, sadece çevresel değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir mücadele. İnan, “Hasandin Yaylası sadece bir yayla değil; doğaya, adalete ve hakikate sahip çıkan bir halkın direniş destanıdır. Kamuoyunun desteğiyle bu destan daha da güçlenecek” dedi.