
Yıkılan ve kötü olan reel sosyalizm değil, sosyal emperyalizmdir.
Mao Zedung sosyalizmde sınıf mücadelesinin devam edeceğini, proletaryanın uyanık olması ve iktidarını parti içinden çıkan yeni burjuvaziye karşı koruması gerektiğini söylemiştir.
Mao, sosyalizm deneylerini de yaşayan bir önder olarak parti içinde filizlenen ve giderek güçlenen yeni burjuvaziye karşı 1966 yılında Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD)’ ni gerçekleştirdi. Bu, sosyalizmde sınıf mücadelesinin bir izdüşümü olarak karşı devrimcileri bastırma hareketinin doğrudan sonucuydu.
Büyük derslerle dolu olan BPKD sadece Çin’de etkisini göstermemiş, dalga dalga yayılarak, dünyanın birçok ülkesinde yeni Komünist Partilerin de kurulmasına vesile olmuştur. Coğrafyamızda da 24 Nisan 1972’de, Proletarya Partisi BPKD’nin bir ürünü olarak kurulmuştur.
Rusya’da, Çin’de, Doğu Avrupa ülkelerinde Komünist Partiler içinde filizlenen, örgütlenen yeni burjuvazi, sosyalizmi ve proletarya diktatörlüğünü-proletarya demokrasisini- adım adım revize ederek iktidarı ele geçirdiler.
‘Geriye dönüş’ adını verdiğimiz bu süreçte sosyalist devletlerin tek tek kaybedilmesinin nedenleri ve yapılan hataları bir bütün olarak masaya yatırmak, dersler çıkarmak komünistlerin önünde duran en büyük görevlerden biridir.
Sosyalizmin kazanımlarını bir tarafa bırakarak, bugünün Rusya’sı ve Çin’i üzerinden sosyalizmi değerlendirmek sosyalizme yapılmış en büyük haksızlıktır.
Konumuz Stalin olduğu için Sovyetler de geriye dönüşün nasıl gerçekleştiğine bakalım.
Stalin’in Mart 1953’te ölümünden sonra iktidarı ele geçiren yeni burjuvazi Sovyetlerde o güne kadar sosyalizmin tüm kazanımlarını adım adım geriye çevirdi. Ekim’le atağa kalkan proletarya ve müttefikleri yeni burjuvazinin kıskacında hapsoldular.
Sosyalizme geçişle birlikte ekonomi ve topluma kazandırılan dinamizm, 1950’lerin ortalarına dek canlılığını korudu. 1950’lere kadar üretimin verimliliği artmış, kırla şehir arasındaki denge korunmuş bu yıllarda birkaç on yıla sığdırılan muhteşem gelişmeler sağlanmıştı.
Ancak 1950’lerden sonra denge bozuldu. Kuruşçev-Hruşçov- ve ekibi sosyalizmin temel dinamiğinden adım adım uzaklaştılar. Bunu karakterize eden nitelik, “iktisadi reform” adı altında, toplumsal üretimin önceden saptanan merkezi sosyalist bir plana göre yerine getirilmesi ilkesinin sakatlanması ve giderek sosyalizmin terk edilmesiydi.
Yıl 1962’e varıldığında Liberman, Pravda’da reform tartışması başlattı.
Liberman’ın reform paketinin özeti şuydu:
-Merkezi planlamanın yönlendiriciliğindeki “sosyalist” planlı ekonominin terk edilmesi, bunun yerine serbest piyasa ekonomisinin geçirilmesi.
-Kârın, başarı göstergesinin temeli haline getirilmesi.
-Saptanan kârlara varılması koşuluyla, öngörülen primlerin azamileştirilmesi.
-İşletmelere verilen plan hedeflerinin azaltılması.
-Kendi kendine finanse etme.
-Kazancın azamileştirilmesi.
-İşletme özerkliği.
Revizyonist güruh, giderek halktan ve devrimden uzaklaşan bu zeminde reform çizgisinde karar aldı. Bu reformlar, “önceki yenilik denemelerinin bir sentezini yapma ve böylece tutarlı yeni modellere ulaşma yönünde sistematik bir çabayı temsil eder ve bu yönüyle 1950’lerin kısmi reformlarından ayrılır.” ( Korkut Boratav, “Bölüm-8, Yeni Modellere Doğru”, Sosyalist Planlamada Gelişmeler, s.234)
1965 reformlarının çok daha köklü olması bakımından Boratav’ın yaptığı bu saptama bu bağlamda yerindedir.
Geleneksel Sovyet modelinde, Sovyet planlama sisteminde, kazanç hiçbir zaman işletmelerin başarısının bir ölçütü olmadığı, gelir-gider farkını ifade ettiği halde, Liberman modelinde, kazanca yeni ve özgün payeler biçilerek başarı ve başarısızlığın ölçütü haline getirildi.
Liberman’a göre, her işletme için tek tek iyi olan, yararlı olan, plan için de yararlı ve iyidir.
Böylece, planlı sistemin genel çıkarları tek tek işletmelerin çıkarlarının gerisinde ve ona tabi hale getirilmiş olacaktı.
Reform adı altındaki uygulamalar, yalnızca Sovyetler Birliği ile sınırlı değildi; aynı uygulamalar Çekoslovakya ve Macaristan’da olduğu gibi, çok daha cüretkâr biçimde diğer Doğu-Avrupa ülkelerinde de denendi.
Üst yapının revizyonistlerce gaspı ile birlikte, adım adım sosyalizmden uzaklaşan Doğu-Avrupa ülkelerinde, sosyalizmden tersine bükülen çubuğun yarattığı zorlukları alt edebilmenin yolunu, reform adı altında piyasa ekonomisinde aramaya başladılar.
Doğu-Almanya’da reform hareketi 1963 yılında ‘Yeni Ekonomik Sistem’ adı altında ölçülü bir perspektifle uygulamaya konulmuştu. ‘Yeni Ekonomik Sistem’ Reformları, her Doğu-Avrupa ülkesinde olduğu gibi, merkezi plan hedeflerinde azalmayı öngören temelde somutlaşıyordu.
Devlet sübvansiyonlarının kaldırılması, kârın temel olgu haline getirilmesi, sistemin ayır edici özelliğiydi.
Politik dürtülerin yerini maddi özendiriciler almaydı; nitekim öyle de oldu.
Mao Zedung’un 1978 yılında ölümünden sonra parti içindeki yeni burjuvazi Hua Guafeng ve onu takip eden Deng Şioping ve şürekası, sosyalist Çin’i sosyal emperyalist bir Çin’e dönüştürdüler.
Kısacası;
1956’da Sovyetlerde Kruşçev’le başlayan ve tüm Doğu Avrupa’yı kapsayan, 1978’den sonra Çin’i de içine alan bu yeni emperyalist ülkeleri sosyalist olarak ilan edip, bunlar üzerinden bir sosyalizm değerlendirmesi yapılamayacağının bilinmesi lazım.
Sosyalizm değerlendirmesi yapılacaksa, Lenin, Stalin ve Mao Zedung döneminde yaşanan sosyalizm deneyimlerinin değerlendirilmesi gerekir. Bunun üzerinden atlanarak, sosyal emperyalist ülkeleri sosyalist olarak değerlendirip, “reel sosyalizm”, “bilimsel sosyalizm” adlandırmasıyla, (Fırat Dicle) eleştirilerin yapılması doğru değildir.
Rojava, ne sosyalizmin son durağı, ne de sosyalist bir ülkedir.
Yazar “Rojava, bu inanç ve düşünce ile sosyalizmin son durağıdır. Ve Demokratik sosyalizmin ilk mekanı, ilk ayak izlerinin yeşerdiği yerdir. Sahrada vaha olan tek mekandır.
Sadece bir sınıfa ait olmayan sosyalizm anlayışını geniş bir yelpazede ele alıp topluma mal etmek gerekiyor.
Bu çerçevede Önder Apo, sosyalizmin eksik yanlarını görüp değiştirerek ve dönüştürerek toplumsal hale getirmek istedi. Reel sosyalizm ve bilimsel sosyalizmin eksik yanlarını düzelterek sosyalizme yeni bir bakış açısı getirdi ve demokratik sosyalizmi geliştirerek sosyalizmin esas özünü ortaya koydu.” (Fırat Dicle ANF) demektedir.
Suriye iç savaşının başladığı 2011 sonrası geliştirilen stratejik bir hamle sonrası, IŞİD belasını bu bölgeden temizleyerek önce Kobané’yi, daha sonra ise Rojava’nın tamamını ele geçiren Kürt Hareketinin öncülüğünde Rojava Kürtleri, kendi özerkliklerini elde ettiler.
Rojava’da Kürtler, dünyadaki dengeler, bölgesel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak özgürce ayrılma hakkını kullanmadı. ”Demokratik Suriye” şiarıyla ”yerel özyönetim” etrafında yeni bir yönetim inşa ettiler. Bizim eleştirimiz buna bu sahada inşa edilen ve parçası olduğumuz özerk yönetim modeline değildir. Eleştirimiz Rojava’nin ‘sosyalizmin son durağı’ olarak gösterilmesidir.
Rojava’da gerçekleşen devrim, sosyalist bir devrimle bir ve aynı değildir. Her şeyden önce sosyalist devrimin içeriği ve kapsamıyla, Rojava’nın statüsü aynı şeyler değildir.
Devrim sonrası kadının özgürleşmesi, çeşitli milliyetlerin özgürlüklerini elde etmesi ve daha fazlasıyla, Rojava bir devrim idi. Ancak bu devrim sosyalist bir devrim değildi. Ulusal demokratik bir devrim olarak tarihe geçen Rojava’yı “bu inanç ve düşünce ile sosyalizmin son durağı..” olarak ilan etmek yanlıştır.
Yazar, sosyalist bir devrimle ulusal devrimi bilerek bir birine karıştırıyor. Bunu, yeni stratejilerine uygun hala getirmek ve Abdullah Öcalan’ın ”demokratik sosyalizm” tezini güçlendirmek için kullanıyor.
Belirtmek gerekir ki sosyalizmi ”demokratik olan sosyalizm”, ”demokratik olmayan sosyalizm” olarak yeni bir tezle ifade etmek, sosyalizm fikriyatına yönelik bir kafa karışıklığına işaret eder.
Sosyalizm, Komünist Parti’nin öncülüğünde, işçi sınıfı ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği köklü bir devrimdir. Sosyalizmin nihai hedefi ise sınıfsız bir toplum olan Komünizme geçmektir. Sosyalizmden Komünizme geçiş sadece tek bir ülkede değil, yerküredeki diğer coğrafyalarda iktidarların proletarya tarafından ele geçirmesiyle gerçekleşecektir.
Bu geçişin kolay olmayacağı, uzun ve sancılı olacağı da bir gerçektir.
Sosyalizm, burjuvazinin (bizim gibi ülkelerde önce demokratik devrim, ardından sosyalist devrime geçiş) işçi sınıfının burjuvaziyi yenerek, kendi hakimiyetini kurduğu, sınıfsal bir alt üstoluştur.
Bu, bizim gibi ülkelerde demokratik halk diktatörlüğü-demokratik halk iktidarı-, sosyalist ülkelerde ise doğrudan proletarya diktatörlüğü-proletarya demokrasisi- olarak hayat bulunur. Devlet, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracı olduğuna göre, sosyalist devlette burjuvazi üzerindeki baskı aracıdır.
Yazar, “sosyalizmin sadece bir sınıfa ait olmaması gerektiğini”, söyleyerek teoriye yeni bir şey kattığını sanmaktadır.
Defaatle söylemek gerekir ki bu tartışma yeni değildir. Bu yaklaşım yaklaşık yüzyıl önce Lenin ve Kaustky arasında bir polemiğe konu olmuş ve Lenin bu absürt düşünceyi tarihin çöplüğüne atmıştı.
Devletin karakteri ne olursa olsun devlet dediğimiz yapı, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenlik aracıdır. Sosyalizm’ de burjuvaziye yer yoktur. Sosyalizm tüm sınıfların ortak devleti olamaz. Sosyalizm burjuvazi dışında proletarya ve müttefiklerinin ortak devletidir.
Rojava’yı ”sosyalizmin son durağı” ilan etmek, bilimsel olarak da doğru değildir. Rojava’yı sosyalist ilan etmek, sosyalizmin sınıf karakterini, devrime önderlik eden sınıfı yanlış tahlil etmek olur. Rojava’da tüm mülkiyetin millileşmesi söz konusu değildir. Böyle bir yapı ve işleyişte yoktur. Özel mülkiyet çeşitli biçimlerde devam etmektedir. Halkın tüm gereksinimlerinin merkezi ekonomik bir planlama ile yapılması da söz konusu değildir.
Üretim bakımından oldukça geri ve olanakların sınırlı olduğu bir alan olarak Rojava’dan bunları beklemekte doğru değildir de denilebilir. Bu anlaşılırdır. Tüm bu hususların üzerinden atlayarak Rojavayı ”sosyalizmin son durağı” olarak kabul etmek yanlıştır.
Öte yandan Rojava’yı “sosyalizmin son durağı” olarak teorileştirmek bilimsel değildir. ”Son” demek, ötesine geçmeme, durulan yerden ilerlememe anlamına gelir. Bu da Rojava’da gerçek manada sosyalizmin inşasına gerek olmadığı anlamına gelir.
Rojava’da, demokratik, kadın özgürlükçü bir temelde alternatif bir yaşam için parçası olduğumuz güçlü bir direniş sürmektedir.
TC devletinin ve bölge gerici güçlerinin, ABD ve diğer emperyalistlerin Rojava Devriminin demokratik, ilerici karakterini deforme etme ve kendi çizgisine çekme; devrimi boğma çabası sürmektedir.
Yurtsever, devrimci güçlerin buna karşı mücadelesi de elbette sürecektir. Bu mücadele Rojava halkının olduğu kadar Ortadoğu halklarının da dayanışması ve birliğini de gerekli kılmaktadır.
Son söz olarak;
Sınıf mücadelesi kendi mecrasında sürüyor. Sosyalizm’den geriye düşmüş olsak da bu sadece bir yol kazasıdır. Sosyalizm hala bir ihtiyaçtır. Dünyanın birçok coğrafyasında sosyalizm uğruna mücadele devam ediyor, kuşkusuz bu mücadele zafere ulaşacaktır!
Lenin’in sözleriyle: “…dünya tarihinin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.” (Lenin seçme eserler cilt 5 sf 474)
(Bitti)



