GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Faşizmin Saldırganlığı Çaresizliğidir!

Kitlelerin AKP-MHP iktidarına ve genel olarak düzene olan tepki ve öfkesini, diğer bir hakim sınıf kliğinin arkasında yedeklenme tehlikesine karşı, kendi bağımsız devrimci çizgimizde ısrarlı olmak, hakim sınıfların iktidar dalaşının arkasında değil, kitlelerin mücadelesinin içinde olmak her zamankinden önemlidir.

“Barış elçisi” olarak kendi kendini “Nobel Barış Ödülü”ne aday ilan eden ABD Başkanı Donald Trump, “Savunma Bakanlığı”nı “Savaş Bakanlığı” (ki doğru bir tanımlama!) olarak değiştirip, ABD emperyalizminin gerileyen hegemonyasına bağlı olarak Latin Amerika’da yeniden sefere çıkıyor!

3. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bir başka hazırlığı olarak ABD emperyalizminin “arka bahçesi” olagelen Güney Amerika’da yeni bir işgal savaşının hazırlıkları sürdürüldüğü ve bu amaçla bölgeye askeri güç gönderildiği açıklanıyor.

ABD emperyalizminin, Venezuela’yı işgali ve rejim değişikliği için hazırlıklar yaptığı basına yansıyor.

Yeni bir emperyalist paylaşım savaşına dair güçlü işaretler, sadece ABD emperyalizminin yeni yöneliminden kaynaklanmıyor. Örneğin Almanya, emperyalist geçmişine uygun olarak 20 yıl sonra ilk defa Savunma Bakanlığı’nda kabine toplantısı yaparak tarihi kararlar aldığını ilan ediyor. Alman emperyalizmi “zorunlu askerlik” için adım atarken, “Milli Güvenlik Konseyi” kurulduğunu ilan ediyor. Toplantı sonrasında Almanya Şansölye’si Friedrich Merz: “Rusya uzun vadede Avrupa’ya yönelik en büyük tehdit olmaya devam edecek. Rusya hâlihazırda bizi hedef alan hibrit saldırılar düzenliyor” açıklaması yapıyor. (28 Ağustos)

Dünya gericiliğinin yeni bir paylaşım savaşına hazırlandığı içinde olduğunu Macaristan Dışişleri ve Dış Ticaret Bakanı Peter Szijjarto; “AB Dışişleri Bakanları toplantısında, Brüksel ve çoğu üye ülkenin barış değil, uzun bir savaşa hazırlandığı ortaya çıktı” ifadeleriyle açık etmekten kaçınmıyor. (30 Ağustos)

Sosyalizmde yaşanan geriye dönüşler ve modern revizyonist iktidarların açıktan kapitalist sisteme iltihak etmesiyle ABD emperyalizminin önderliğinde ilan edilen “tek kutuplu dünya”nın yerini, ABD emperyalizminin hegemonyasının gerilemesi ve rakip emperyalist kampların ortaya çıkışıyla “çok kutuplu dünya”nın almasına paralel, rakip emperyalist kamplar arasında rekabet ve pazar mücadelesi artarak şiddetleniyor.

Batı emperyalizminin yeni bir paylaşım savaşı hazırlıkları karşısında, rakip emperyalist kampta konumlanan, “yeni ve genç” bir emperyalist güç olan Çin ise önce Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün toplantısı ve ardından II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın 80. yıl dönümünde, Tiananmen Meydanı’nda gerçekleştirdiği askeri törenle adeta “gövde gösterisi yaptığına tanık oluyoruz.

ABD, İngiltere ve AB emperyalizmine rakip bir emperyalist kamp olarak Çin ve Rusya emperyalizmi önderliğinde şekillenen ŞİÖ; 10 tam üye, 14 diyalog ortağı ve 2 gözlemci ülkeyle geniş bir coğrafyayı kapsayan ve dünya nüfusunun yüzde 40’ını ve küresel gayrisafi hasılanın yüzde 30’unu temsil eden bir örgüt olarak batı emperyalist kampına karşı önemli bir rakip olarak ortaya çıkmış durumdadır.

Nitekim ŞİÖ’nün 31 Ağustos-1 Eylül tarihlerinde 25. Devlet Başkanları Konseyi Zirvesi, Çin’in Tiencin şehrinde gerçekleştirildi ve örgütün “stratejik vizyonu”nun güncellenmesi açısından 24 belge imzalandığı açıklandı.

ŞİÖ Tiencin 2025 Zirvesi’nde kabul edilen bildirgede, ABD ve İsrail’in İran’a yönelik saldırıları sert bir şekilde kınanmasının yanında “ŞİÖ Kalkınma Bankası”nın kurulması kararı alınması, (ki bu adım dünya ticaretinde ABD emperyalizminin para birini olan doların hakimiyetinin ortadan kaldırılmasının adımlarından biridir) önümüzdeki süreçte emperyalist kamplar arasındaki rekabetin daha da artmasına ve çelişkilerin sertleşmesine neden olacaktır.

Bir yanda ABD, İngiltere ve AB emperyalistleri, diğer yanda Çin ve Rusya emperyalistleri ve her iki emperyalist kampa bağlı şekillenen devletlerin oluşturdukları “birlik”lerin hızla yeni bir paylaşım savaşına hazırlandığının işaretlerinden birisi de Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in, Pekin’de II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sona ermesinin 80. yıl dönümünü anmak için Tiananmen Meydanı’nda düzenlenen askeri geçit töreninin açılışında yaptığı konuşmasında, Çin’in “durdurulamaz” olduğu ve “İnsanlık bir kez daha barış ya da savaş, diyalog ya da çatışma ve kazan-kazan sonuçları ya da sıfır toplamlı oyunlar arasında bir seçimle karşı karşıya” ifadelerini kullanmasından da anlaşılabilir. (2 Eylül)

Her iki emperyalist kamp hızla bir savaşa hazırlanır ve rakip emperyalist güçlere karşı gövde gösterisi yaparken, enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları da bu somut tehlikeye karşı mücadele içindedirler. Örneğin Alman emperyalizminin savaş hazırlığında önemli bir yeri olan Alman silah tekeli Rheinmetall’e karşı, “Rheinmetall Silahsızlandırılsın” adı altında kurulan bir inisiyatif önderliğinde, 26-31 Ağustos tarihler arasında Köln’de binlerce kişinin katıldığı bir kamp düzenlenmiş ve yine binlerce kişinin katılımıyla yürüyüş gerçekleştirilmiştir.

Yine batı emperyalizminin sınırsız desteğini arkasına alarak Filistin halkına yönelik soykırımını sürdüren İsrail siyonizmine karşı dünya halkları meydanları doldurmaya devam ederken; Filistin ile dayanışma ve İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukasını kırmak için 44’ten fazla ülkeden aktivistin katılımıyla Küresel Sumud Filosu (Global Sumud Flotilla) yola çıkmış durumdadır.

Emperyalist kapitalist devletlerin önemli bir kısmı kendi çıkarları için İsrail’in Filistin’e ve Ortadoğu’da halklara yönelik saldırılarına ses çıkartmazken, enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları, ezilen Filistin ulusunun yanında olduklarını haykırmaktadır.

 

Filistin’e “timsah gözyaşları” Rojava’ya saldırı tehdidi!

İsrail’in başta Gazze olmak üzere Filistin halkına yönelik soykırım saldırıları dünya hakları nezdinde kınanmaya ve protesto edilmeye devam ederken, TC devleti ise her zamanki pratiğini sergilemeyi sürdürmektedir.

İsrail’in saldırıları karşısında olağanüstü toplanan TBMM’de alınan kararlar dostlar alışverişte görsün misalidir. TC devleti, somut olarak İsrail’e hiçbir yaptırım uygulamamaya devam etmektedir. İşin daha da ilginci bütün partilerin katılımıyla yayınlanan TBMM bildirisinde “uluslararası toplumu İsrail’in soykırımı durdurmasına” davet edilmektedir.

TC devletinin siyonist İsrail’e yönelik hiçbir yaptırım kararı almaması dahası başta petrol sevkiyatı olmak üzere Türkiye’den İsrail’e ticaretin devam etmesine rağmen Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, “Onun için biz şu anda Filistin’de olan, bütün bu Netanyahu denilen gaddarın, kafirin o kıyımına asla seyirci kalamayız” ifadelerini kullanmaya devam etmektedir. (3 Eylül)

AKP-MHP iktidarı siyonist İsrail Başbakanı B.Netanyahu’yu “kafir ilan ederek” meseleye seyirci kalmadığını ilan etmektedir!

Elbette bu türden açıklamaların ve devlet destekli bindirilmiş kıtaların mitinglerin somut gerçeklik içinde bir karşılığı yoktur. TC devleti bir NATO üyesi olarak siyonist İsrail’in soykırım saldırılarını desteklemeye devam etmektedir.

Bu anlamıyla faşist TC devletinin siyonist İsrail ile ilişkileri, emperyalizmin hizmetinde iki bölgesel gerici gücün bölgesel hegemonya mücadelesinden bağımsız değildir. Bu iki gerici gücün son olarak Suriye sahasında karşı karşıya gelmesi yanıltıcı olmamalıdır.

Nitekim TC devleti, başta ABD ve İngiltere olmak üzere batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda, NATO aracılığıyla Suriye iç savaşına müdahil olmuş ve selefi cihatçı çeteleri eğitip donatarak Esad rejiminin devrilmesini sağlanmıştır. Böylelikle TC devleti, batı emperyalizminin bölgesel çıkarları doğrultusunda siyonist İsrail’in güvenliğinin sağlanması için önemli bir katkıda bulunmuştur.

Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, Şam’da iktidara getirilen HTŞ ve Colani, Suriye iç savaşında TC faşizminin koruması altındaki İdlip bölgesinde, ABD ve İngiltere tarafından eğitilip, kravat takılmış bir figürdür. Dolayısıyla batı emperyalizmi ve İsrail siyonizmi için son derece kullanışlı bir piyondur. Esas olarak hizmet edeceği yer, batı emperyalizmi ve gerici körfez rejimleridir.

TC devleti; Suriye’de ABD, İngiltere başta olmak üzere bir NATO operasyonuyla işbaşına getirilen selef cihatçı HTŞ çetesi ve Colani üzerinden Suriye’de Kürtlerin herhangi bir somut kazanım elde etmesini kendisi açısından tehdit olarak görmektedir.

Dahası TC devleti, siyonist İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarını ve müdahalelerini, Suriye’de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni tehdit etmenin bir bahanesi olarak kullanmaktadır. Faşist TC devleti, İsrail ile ilişkileri el altından sürdürür ve ticaretini kesmezken; Suriye’de Özerk Yönetimi, “Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönenler kazanacak. Kıblesini şaşırıp kendilerine yeni yabancı patronlar arayanlar eninde sonunda kaybedecektir. Şunu da biliyoruz ki kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz” diyerek tehdit etmektedir. (R.T.Erdoğan, 27 Ağustos)

TC devleti, HTŞ çetesi ve Colani rejiminin esas olarak batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda ve İsrail’in güvenliği için Şam’da iktidar yapıldığı gerçeğini gözardı etmekte ve HTŞ çetesini kendi bölgesel çıkarları için kullanmak istemektedir. Ne var ki bu politikanın özellikle İsrail’in bölgesel güvenliği söz konusu olduğunda belli sınırları olduğu ve olacağı son derece açıktır.

İktidar dalaşı ve kayyum!

TC faşizminin içerde Kürt ulusal hareketiyle “uzlaşma” politikasını gündeme getirdiği tek taraflı süreçte, (süreç tek taraflı işlemekte çünkü Kürt ulusal hareketi stratejik adımlar atmasına rağmen, TC devleti ise süreci “komisyona havale ederek” meseleye yaklaşmakta ve somut bir adım atmamaktadır) Suriye’deki Kürt ulusunun kazanımları ve herhangi bir statü elde etmesine yönelik saldırgan tutumu, Kürt ulusal sorununa dair gerçek yaklaşımını özetlemektedir.

“Terörsüz Türkiye” olarak tariflenen bu politika içerde ve dışarda Kürt ulusunun herhangi bir kazanım elde etmesini engellemek, Kürt ulusal hareketinin silahsızlandırarak, düzen için bir tehlike olmaktan çıkarılması hedeflenmektedir. TC devleti bu amacı için en ufak bir taviz vermeye yanaşmamakta, Kürt ulusal hareketini düzen içileştirmeyi amaçlamaktadır.

Meseleye dair başta İmralı Hapishanesi’nde tecrit altında tutulan A.Öcalan ve Kürt ulusal hareketinin “Demokratik Siyaset” çağrısı ve “Demokratik Toplum” hedefi, TC devletinin sınıfsal niteliği ve yapısı gereği gerçekleştirilebilir bir hedef değildir.

Değildir, çünkü TC devleti bırakalım Kürt ulusal hareketi ve kendisine muhalif olan ilerici, devrimci muhalefete yönelik faşist saldırganlığını; hakim sınıflarını kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde bile faşizmi uygulamaktadır. Çünkü Türkiye koşullarında faşizm sadece bir yönetim biçimi değil aynı zamanda hakim sınıfların siyaset etme biçimidir.

Nitekim Türk hakim sınıfları arasında süregelen iktidar mücadelesi 19 Mart süreciyle birlikte burjuva ana muhalefet partisi adayını yargı marifetiyle hapse atılması ve peşisıra burjuva muhalefetin yönettiği belediyelere yönelik “yolsuzluk” operasyonları ve kayyum siyaseti gelinen aşamada, CHP’nin İstanbul il yönetimine kayyum atanmasıyla devam ettirilmektedir.

Burjuva muhalefetin İstanbul parti örgütüne kayyum atanması düzen içi klik mücadelesinin derinleşti ve sertleştiğini göstermektedir.

AKP-MHP iktidar bloğu, yargı eliyle rakibini yeniden dizayn hamlesini sürdürmektedir. Bu adım, AKP-MHP iktidarının güç kaybetmesi ve kitleler nezdinde meşruluğunu kaybetmesinin de bir sonucu olarak görülmelidir.

Dahası gelişmeler, AKP-MHP faşist iktidarının burjuva ana muhalefet partisi CHP’nin parti yönetimine kayyum atanmasıyla sürdürüleceğinin güçlü işaretlerini barındırmaktadır.

 

Devrimci çizgide ve örgütlenmede ısrar!

AKP-MHP iktidarı, burjuva muhalefeti dahi kendi iktidarı için dizayn etmektedir.

Burjuva muhalefetin kitlerin desteğini arkasına almasını kendi iktidarı için tehlikeli görmektedir. Bu nedenle burjuva muhalefete “Ankara merkezli siyaset” dayatmaktadır. Böylelikle burjuva muhalefetin kendi kliğinin iktidar mücadelesi için kitle desteğini arkasına alma çabasını dahi düzen siyaseti için tehlikeli görmektedir. Amaçlanan elbette sokaktan uzak, seçim sandığına endekslenen (ki burjuva muhalefetin çaresizliği de buradır) bir “saray muhalefeti”nin örgütlenmesidir.

Hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki iktidar dalaşını gözardı etmeden, özellikle de burjuva muhalefetin bütün o “demokrasi”, “hak, hukuk, adalet” söyleminin kendi klik çıkarları için olduğunun bilincinde olarak, düzen içi iktidar mücadelesinin arkasına yedeklenmemek tayin edici önemdedir.

Kitlelerin AKP-MHP iktidarına ve genel olarak düzene olan tepki ve öfkesini, diğer bir hakim sınıf kliğinin arkasında yedeklenme tehlikesine karşı, kendi bağımsız devrimci çizgimizde ısrarlı olmak, hakim sınıfların iktidar dalaşının arkasında değil, kitlelerin mücadelesinin içinde olmak her zamankinden önemlidir.

Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları durumda, özellikle de iktidar ve muhalefette olan burjuva partilerin, iktidar dalaşının arkasındaki siyasal ve ekonomik gerçekleri teşhir etmek önemlidir.

Başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halka, kadınlara, LGBTİ+lara yönelik saldırılarına, doğaya ve çevreye yönelik rant ve yağma politikalarına, halk gençliğine yönelik geleceksizleştirme politikasına, Kürt ulusunun yok sayılan ulusal, Alevi inancının inkar edilen inancına karşı vb. vb. halkın bağımsız devrimci siyasetinde ve örgütlenmede ısrar etmek, geleceği kazanmak açısından tayin edicidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu