GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Halk Demokrasisi, Halkın İktidarı Devrimle Gelecek!

Önümüzdeki süreç, her anlamda Türk hakim sınıflarının temsilcisi AKP-MHP iktidarının halka yönelik saldırılarını devam ettireceği, hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki iktidar dalaşının ise süreceği bir politik iklimde şekillenecektir.

Başta ABD emperyalizmi olmak üzere batı emperyalizmin Orta Doğu’daki ileri karakolu olarak kurulan Siyonist İsrail devleti, Filistin başta olmak üzere bölge halklarına yönelik saldırılarını sürdürürken, ABD Başkanı Donald Trump Orta Doğu gezisinde para kazanmakla meşguldü.

İsrail’in başta Gazze olmak üzere Filistin halkına yönelik soykırıma dönüşen saldırılarına destek olan petrol zengini işbirlikçi Arap devletlerini ziyaret eden D.Trump, bu ziyaretlerinden yaklaşık 4 trilyon dolar toplamakla övünüyor.

D.Trump’ın bir haftada “üç Türkiye ekonomisine denk” yaptığı bu “kârlı ticaret” aynı zamanda kapitalist sistemin insanlık dışı niteliğini de gösteriyor. Çünkü D.Trump, işbirlikçi Arap devletlerine silah satıp trilyonlarca dolar kâr elde ettiğine sevinirken, aynı anda dünya üzerinde milyarlarca insan açıklıkla karşı karşıya bulunuyor. Milyarlarca insan en temel insani gereksinimlerini karşılayamıyor.

Çok fazla değil, D.Trump’ın üç körfez ülkesinden aldığı haraçla, İsrail tarafından yerle bir edilen Gazze’yi 12 kez yeniden inşa etmek mümkün ya da Afrika’da açlıkla karşı karşıya kalan insanların beş yüzyıl açlık çekmeden yaşaması sağlanabilir.

Kapitalist sistemin mantık dışı işleyişine dair bu türden somut birçok örnek verilebilir. Ancak D.Trump elde ettiği kârla övünürken aynı anda soykırım saldırılarına maruz bırakılan milyonlarca Filistinlinin Gazze’den Libya çöllerine sürülmesi pazarlığının yapıldığının ortaya çıkması bile burjuva medeniyetinin içinde bulunduğu durumu ve insanlığa vaat ettiği gerçekliği özetlemektedir.

Özel mülkiyet rejimine dayalı burjuva medeniyeti gelinen aşamada bir avuç azınlık dışında milyarlarca insanı açlıkla, yoksullukla, iklim kriziyle, işgal ve savaşlarla karşı karşıya bırakmış durumdadır. Dahası emperyalist-kapitalist sistemin başta ekonomik kriz olmak üzere içinde bulunduğu durum, yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlanıldığının güçlü işaretlerini vermektedir.

Bir yandan emperyalist kapitalist merkezlerde, “aşırı sağ” adı altında ırkçı ve faşist örgütlenmelerin önünü açılırken, bazı partilerin hükümet kurması ya da ortağı olmasına izin verilirken, diğer yandan ise emperyalist tekeller arasında rekabet sertleştikçe “savunma” adı altında silahlanmaya daha fazla bütçe ayrılmaktadır.

Emperyalist kapitalist sistemin temsilcileri olası bir emperyalist paylaşım savaşı için tarih vermekte ve böylelikle silahlanma yarışına ayırdıkları bütçeyi kitlelerin bilincinde meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Örneğin batı emperyalizminin savaş örgütü olan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, yakın gelecekte caydırıcılık elde etmek için savunma harcamalarının artırılması gerektiğine işaret ederek; “Benim endişem 3 ila 5 yıl sonrası. Bazıları 7 yıl sonra diyor. Ancak en azından öngörülebilir gelecekte, daha fazla savunma harcaması yapmazsak gerçekten başımız dertte” demektedir. (22 Mayıs)

Böylelikle bir yandan kapitalist tekeller -özellikle de silah tekelleri- kârlarına kâr katmaya devam etmekte, diğer yandan ise başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi kitlelerin yaşam ve çalışma şartlarındaki kötüleşmeyi “makul” karşılamaları istenmektedir. Kapitalist ekonomik kriz, belli başlı kapitalist merkezlerde ekonomik büyümenin yavaşlaması ve hatta gerilemesinin faturası işçi sınıfına ve ezilen dünya halklarına çıkarılmak istenmektedir.

Kapitalist sistem bir kez daha kâr elde etme üzerine dayalı varlık koşulu için insanlığı ve gezegeni ateşe vermeye hazırlanmaktadır.

 

Yoldaş Basavaraju Amar Rahe!

Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının işaretlerinin gittikçe belirginleştiği günümüz konjonktüründe olası direnç noktalarına da yoğun bir saldırı söz konusudur.

Emperyalist kapitalist sisteme şu veya bu şekilde biat etmeyen, sistemle uyumlu olmayan her direniş odağı, yoğun bir ideolojik-politik-kültürel-askeri vb. saldırı altındadır. İsrail’in Orta Doğu’daki soykırım saldırılarının uluslararası alanda yarattığı saflaşma buna iyi bir örnektir. Emperyalist kapitalist devletlerin büyük çoğunluğu İsrail’in yanında saf tutarken, enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları Filistin ulusunun yanında saf tutmuştur.

Benzer durum içinde bulunduğumuz emperyalizm ve proleter devrimler çağında enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halklarının bilimsel ideolojisi doğrultusunda mücadele eden Marksist Leninist Maoist (MLM) partilere yönelik saldırılarda da yaşanmaktadır. Dünya gericiliği kendisi açısından yakın ve gerçek tehlike olarak gördüğü, MLM partilerin öncülüğünde sürdürülen halk savaşlarına yönelik katliam saldırılarını yoğunlaştırmış durumdadır.

III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın olası merkezlerinden biri olan Asya kıtasında, Filipinler Komünist Partisi’nin önder kadrolarına yönelik geçtiğimiz yıl yaşanan katliamın ardından benzer bir katliam saldırısı Hindistan’da da yaşandı. Aralarında Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in Genel Sekreteri Nambala Keshava Rao’nun da (Yoldaş Basavaraju) olduğu 28 komünist devrimci katledildi.

Kuşkusuz 28 komünist devrimcinin katledilmesi, gerici Hindistan devletinin ve Faşist Hindutva Modi rejiminin başta Adivasi halkı olmak üzere, Hindistan halkının yaşam alanlarını, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını emperyalist sermayeye ve komprador burjuvaziye peşkeş çekme politikasından bağımsız değildir. Faşist Hindutva Modi rejimi bu politikalarını başarıyla uygulamak için önünde en büyük engel olarak “Naxalistleri” gördüğünü açıkça ilan etmişti.

Hindistan devleti açısından “en büyük tehlike” olarak Maoist hareket gösterilmiştir. Bu amaçla daha önceki birçok kuşatma ve yok etme hareketine benzer şekilde “Kagar Operasyonu” adı altında başta Adivasi halkı olmak üzere Maoist hareketin kitle tabanı olan bölgelere yönelik karşı devrimci bir saldırı kampanyası başlatılmıştı. Bu saldırganlığın sonucu olarak aralarında Yoldaş Basavaraju’nun da olduğu Hindistan devriminin öncü kadroları katledildi.

Bu katliam saldırıları emperyalist dünya gericiliğinin ve onun işbirlikçi komprador rejimlerinin deyim yerindeyse önümüzdeki süreç için “yol temizliğine” işaret etmektedir. Ulusal ve uluslararası alanda her türden gericilik, bir yandan yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlanırken diğer yandan ise enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının öncü ve önder güçlerini katlederek kaçınılmaz olan sonlarını ertelemek, sömürü ve zulüm iktidarlarını uzatmak istemektedirler. Ne var ki özel mülkiyet sahipliğine dayalı kapitalist sistem ve onun doğrudan ürünü olan sömürü, baskı ve zulüm olduğu müddet sınıflar mücadelesi sürecek ve tarihin ileriye doğru hareketi engellenemeyecektir.

Sınıflar mücadelesi ve toplumlar tarihinin sayısız kez kanıtladığı üzere, bu türden katliamlar tarihin ilerleyişinde sadece birer “Pirus Zaferi’nden başka bir anlam taşımamaktadır. Gericiliğin her katliamı devrimi boğmak bir yana onun ilerlemesine katkı sunmaktadır. Tarihsel devrimci tecrübe bunu fazlasıyla göstermektedir. Yoldaş Basavaraju’nun ölümsüzleşmesi, Hindistan Yeni Demokratik Devrim mücadelesi ve uluslararası komünist hareket açısından ağır bir kayıp olmakla birlikte; Hindistan devrimi kararlı yürüyüşünü sürdürecek ve Yeni Demokratik Hindistan’ı yaratacaktır.

Türkiye’de demokrasi bir devrim sorunudur!

Uluslararası alanda yaşanan gelişmeler Türk hakim sınıflarının politikalarını da etkilemektedir. Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının olası işaretlerinin fazlasıyla yaşandığı coğrafyamızda, Tük hakim sınıfları ve onların günümüzdeki temsilcileri AKP-MHP iktidarı, “İç Cephenin Tahkimi” adı altında başlattığı süreç tüm hızıyla sürmektedir.

Bu sürecin ön planda olan adımı ise bilineceği üzere “Türk-Kürt ittifakı” adı altında “Terörsüz Türkiye” olarak propaganda edilmektedir.

Faşist MHP lideri D.Bahçeli’nin, 1 Ekim 2024’te TBMM’de DEM Parti Grubu ile tokalaşmasıyla başlayıp çağrılarıyla süren, ardından Kürt ulusal hareketinin İmralı Adası’nda tecrit altındaki önderi A.Öcalan’ın, 27 Şubat’ta “Barış ve Demokratik Toplum” başlıklı çağrısıyla devam eden “süreç” son olarak PKK’nin 5-7 Mayıs’ta olağanüstü 12. Kongresi’nde kendini feshettiğini ilan etmesiyle sonuçlandı. Kuşkusuz PKK ilk kez kendini feshetmiyor.

A.Öcalan esir alındığında da yapmış olduğu savunmada paradigma değişikliğine gittiğini ilan etmiş ve bu doğrultuda PKK daha önceden de kendini feshetmişti.

Kürt ulusal hareketinin paradigma değişikliği adı altında kendini feshetmesi elbette kendi tasarrufudur. PKK, kendini feshetmekle birlikte mücadeleyi başka biçimlerde sürdürme kararı aldığını açıklamıştır. Burada temel nokta, -ki Türk devletinin hedefi de budur- silahlı mücadelenin sonlandırıldığının ilan edilmesidir. Dahası silahlı mücadelenin miadının dolduğu, artık demokratik yöntemlerin devrede olacağı ifade edilmektedir. Kuşkusuz bu görüşler de “yeni” değildir. A.Öcalan daha önce de silahlı mücadele döneminin kapandığını ilan etmişti.

Ancak TC devleti bu çağrılara yanıt vermemişti. Türk devletinin şimdi bir “süreç” başlatması, uluslararası alanda ve özellikle Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerden bağımsız değildir. Türk devleti Orta Doğu’da dengelerin kendi çıkarlarına zarar vermesi ihtimaline karşı ön almakta, PKK’nin silahlı mücadelesini kendisi açısından bir tehdit olarak ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.

PKK, 12. Kongre sonuçlarıyla bu “açılıma” onay vermiştir. Yeni olan içeriği açıklanmayan bir “Türk-Kürt ittifakıyla” silahlı mücadelenin karşılıklı olarak değil, PKK’nin sonlandırdığını ilan etmesidir. Bu kuşkusuz Kürt ulusal hareketinin mücadelesi açısından tarihsel önemde bir gelişmedir.

Ancak gerek A.Öcalan’ın ve gerekse de PKK 12. Kongresi’nin “silahlı mücadelenin miadını doldurduğu” görüşü son derece subjektif bir değerlendirmedir. Hem uluslararası alanda hem de Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler bu görüşü temelden çürütmektedir. Özellikle Orta Doğu coğrafyasında “bir halkın silahı yoksa hiçbir şeyi yoktur” ilkesi dünden daha fazla geçerlidir.

Dahası “silahlar sussun, siyaset konuşsun” söylemi tam bir çarpıtma ve burjuva ikiyüzlülüğüdür. Silahlı mücadele aynı zamanda siyasal mücadeledir. Faşizmle uzlaşma ve çözüm arayışı, “silahlı mücadelenin siyasi mücadele olmadığı” ve dahası “silahlı mücadelenin demokratik mücadelenin önünde engel olduğu” gibi gerçek dışı teorilere neden olmaktadır. Kürt ulusu kendi ulusal varlığına yönelen, inkar ve imha temelinde sürdürülen faşist zulme silahların eleştirisi doğru siyasetiyle yanıt vermiştir. Şimdi bu koşulların ortadan kalktığı vaaz edilmektedir.

Kürt ulusal sorununun burjuva anlamda dahi çözülmediği ortadadır. Dahası ortada demokrasi adına kırıntı dahi yoktur. Her şey bir yana örneğin 18 Mayıs’ta komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve “Dörtler”in anılmasına bile saldırılmakta, gençler sadece bu nedenle tutuklanmaktadır.

Çözüm olarak dillendirilen “demokratik toplum” talebi ise Türkiye koşullarında bir devrim sorunudur. Türkiye’de demokrasi burjuva anlamda dahi sorunludur. Türkiye tarihinde burjuva demokrasisinin kısa bazı dönemler hariç esamesi dahi okunmamıştır. Bu gerçeklik sadece hakim sınıfların halk hareketine yönelik faşist saldırganlığında değil kendi aralarındaki çelişkilerde de her gün kendisini göstermektedir.

Nitekim son aylarda Türk hakim sınıfları arasında giderek sertleşen ve 19 Mart’la birlikte yaşanan süreç ortadadır. 19 Mart’la birlikte giderek sertleşen dalaşta, iktidar elindeki bütün olanakları kullanarak burjuva muhalefete ve onun öne çıkan figürü İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelmeye devam ediyor. Faşizm, “Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü” adı altında en iyi bildiği şeyi yapıyor ve halka, devrimci ve komünist harekete yönelik saldırılarında kullandığı propagandayı devreye sokuyor. AKP-MHP iktidarının dışında kalan her kesim ve çevrenin “terörist” ilan edildiği koşullarda “demokratik toplum” beklentisi gerçekçi değildir.

 

18 Mayıs’ın çizgisi kazanacaktır!

Kuşkusuz AKP-MHP iktidarının temel hedefi “İç Cepheyi Tahkim” adı altında kendi iktidarını konsolide etmektir. Bir yandan rakip burjuva kliği “terörize” ederek baskılamakta ve belediyelerin “İmamoğlu düzenlemesi” adı altında yetkilerinin “merkeze” bağlanması hedeflenmektedir.

Diğer yandan ise iktidar “yeni anayasa” adı altında, R.T.Erdoğan’ın başkanlık süresini uzatmanın yanında, Türk hakim sınıflarının andaki sınıfsal çıkarlarını gözeten bir metin hazırlamayı hedeflemektedir. Bu metnin ise “demokratik toplum” amacından çok “iç cephe” stratejisinin de tarafları bağıtlayan bir metin olması hedeflenmektedir.

Önümüzdeki süreç, her anlamda Türk hakim sınıflarının temsilcisi AKP-MHP iktidarının halka yönelik saldırılarını devam ettireceği, hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki iktidar dalaşının ise süreceği bir politik iklimde şekillenecektir. Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşına yedeklenmeden, demokratik devrim mücadelesinde ısrar etmek, yakına ama ileriye çizgisini sürdürmek gerekmektedir.

19 Mart’la başlayan, 1 Mayıs’la sürdürülen ve 18 Mayıs çalışmalarımızda da başarıyla devam ettirilen çizgi sürdürülmelidir. “18 Mayıs’ı Unutma” sadece bir temenni değil aynı zamanda coğrafyamız koşullarında sınıflar mücadelesinin pusulasıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu