GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “Kurtuluş Sandıkta Değil Sokakta” ÇÖZÜM DEVRİMDE!

"Sokaklar ve meydanlar kısa sürede on binlerce genç, işçi, öğrenci, avukat, işsiz, kadınla dolmuş ve geniş kitleler kendilerine dayatılan yaşam koşullarına, adaletsizliklere, faşist saldırganlıklara, haksızlıklara karşı öfke ve tepkilerini göstermiştir"

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve yakın çevresine yönelik gözaltı ve tutuklanma saldırısı, Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesini şiddetlendirmiş durumdadır.

Burjuva ana muhalefet partisi faşist CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olması beklenen İBB Başkanı E.İmamoğlu’nun önce 35 yıllık üniversite diplomasının iptal edilmesi ve ardından “yolsuzluk”, “teröre yardım” iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanması, Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesinin son hamlesi oldu.

E.İmamoğlu’nun hakkındaki “yolsuzluk” soruşturması kapsamında tutuklanması ve hakkında “terör” soruşturmasında adli kontrol kararı verilmesi, İBB’ye kayyum atanmasının önlenmesi olarak yorumlansa da, gerçekte yaşananın kitlelerin sokağa zapt eden öfke ve tepkisinin dindirilmesi “pazarlığı” olarak okumak gerekir. İBB’ye kayyum atanması yetkisi tamamen İçişleri Bakanlığı’nın elindedir ve faşist iktidar uygun gördüğü anda kayyum atama yetkisine sahiptir.

Somut olarak var olan ise R.T.Erdoğan’ın seçimlerde dört kez yenildiği “en büyük rakibi” E.İmamoğlu’nu önce diplomasını iptal ederek sonra da “yolsuzluk” suçlamasıyla tutuklatarak tasfiye etmek istemiştir. R.T.Erdoğan’ın bu hamlesinde başarılı olup olmayacağı önümüzdeki sürece hakim sınıf klikleri arasındaki pazarlıklara ve elbette kitlelerin mücadelesine bağlı olarak şekillenecektir. Çünkü E.İmamoğlu’nun tutuklanması, hakim sınıf klikleri arasındaki dalaşın yeni bir sürece evrildiği anlamına gelmektedir.

Hatırlanacak olursa, bir yıl önce 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde burjuva ana muhalefet partisi CHP, Türkiye genelinde oylarının artırarak yüzde 37’nin üzerine çıkartmış; başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere Türkiye nüfusunun önemli bir kısmının yaşadığı 14 büyükşehirde açık ara farkla kazanmıştı.

Yıllardır iktidarda olan AKP ise yüzde 35’le ikinci parti konumuna düşmüştü. Bu durum başta R.T.Erdoğan olmak üzere AKP-MHP faşist iktidarı açısından burjuva iktidar olanaklarının kendi temsil ettiği kliğin çıkarları açısından önemli bir tehdit olarak görüldüğü açıktı. Nitekim bizzat R.T.Erdoğan’ın “İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz” dediği biliniyor.

Dolayısıyla 31 Mart yerel seçimler sonrasında AKP-MHP faşist iktidarının bütün hedefinin rakip burjuva hakim sınıf kliğinin temsilcisi CHP ve bu muhalefetin öne çıkan figürü İBB Başkanı E.İmamoğlu’na yöneleceği son derece açık bir politik hedefti. Nitekim yerel seçim sonrasında AKP-MHP iktidarı tarafından bizzat Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın ifadeleriyle “turpun büyüğü heybede” denilerek, başta yargı olmak üzere devlet iktidarının bütün olanakları kullanılarak E.İmamoğlu’na yönelik bir hazırlığın yapıldığı biliniyordu.

Türkiye’de hukukun burjuva anlamda dahi olsa bir karşılığının olmadığı ve “bağımsız yargı” denilen “şey”in gerçekte hakim sınıfların işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde bir baskı ve terör aracı olarak kullanıldığı biliniyor. Türkiye’de “bağımsız yargı” sadece işçi sınıfı ve halk üzerinde değil aynı zamanda hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki iktidar mücadelesinde de kullanışlı bir enstrüman olarak kullanılagelmiştir. Nitekim hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşının sertleştiği dönemlerde başbakanların idam edildiği bir tarihsel gerçeklik söz konusudur.

Bu anlamıyla Türkiye koşullarında faşizm sadece bir hükümet etme biçimi değil en tepeden en aşağıya kadar bütün devlet aygıtına hakim olan yönetim biçimidir. TC devleti kimilerinin iddia ettiği gibi AKP ve R.T.Erdoğan iktidarında faşistleşmemiştir. Kurulduğu günden günümüze faşist bir diktatörlüktür.

Tam da bu nedenle faşist diktatörlük yargı denilen kullanışlı aparatı sadece işçi sınıfı ve emekçi halka, düzen dışı muhalefete yönelik değil aynı zamanda yeri geldiğinde düzen içi muhalefete ve hatta sınıf kardeşleri olan rakip burjuva kliğine de yönelttiği ve yönelteceği açıktır. Hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin uzlaşılabilir olması kendi aralarındaki dalaşta bu türden yöntemleri dıştalamamaktadır.

Burjuva klikleri arasında mahkemeye düşen dalaş!

Hakim sınıf klikleri arasındaki çelişkiler son tahlilde uzlaşabilir çelişkilerdir. Her iki hakim sınıf kliği birbirleriyle kıyasıya rekabet halindeyken bile pekala halka yönelik saldırılarda ortaklaşmaktadırlar. Türkiye toplumsal pratiğinde bunun sayısız örneği vardır. Ve yine Türkiye toplumsal pratiğinde muhalefetteyken “demokrasi” havarisi kesilen hakim sınıf kliğinin iktidarı ele geçirdikten sonra en azılı halk düşmanı kesildikleri fazlasıyla sabittir. Muhalif kliğin devlet iktidarını ele geçirme mücadelesinde kitlelerin var olan düzene olan tepkileri, demokrasi talepleri kendi klik mücadelesi için bir araç olarak kullanılageldiği bilinmektedir.

Bu durumun sonucunda Türkiye sınıflar mücadelesinde; “Proletarya önderliğinde, bağımsız ve güçlü bir halk hareketinin yaratılamamış olması, işçi sınıfının, emekçi halkın ve demokratik unsurların muhalefetinin, komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları kliklerinin bazen birini, bazen diğerini iktidara getirmeye yarayan bir kaldıraç gibi kullanılmasına yol açmıştır.” (İbrahim Kaypakkaya, Nisan Yayımcılık)

Türk hakim sınıfları, TC devletinin kuruluşundan günümüze kendi aralarında iki esaslı kampa ayrılmışlardır. Bu iki kamp, iktidar aygıtını kendi yandaşlarının çıkarları açısından kullanmayı esas öncelik olarak görmüş ve rakip kliğin sermayesine çökmek de dahil her yol ve yöntemi kendisine mübah görmüştür. Muhalefetteyken demokrasi şampiyonu kesilenler, iktidar olduklarında kendi yandaşlarını teşviklere boğmuş, adrese teslim ihaleler vermiştir. AKP-MHP iktidarında semirtilen ve “beşli çete” olarak bilinen gerçekte sayıları daha fazla olan “yandaş”ların palazlanması bilinmektedir.

Öte yandan bu iki kamp donuk ve yekpare bir bütün değildir. E.İmamoğlu’na yönelik tutuklama operasyonunda açığa çıkan kimi bilgiler, bu gerçeğe işaret etmektedir. İki burjuva kamp arasında merkezinde “İstanbul’un rantı” başta olmak üzere tam bir yağma ve talan düzeni kurulmuş, milyarlarca liralık ihaleler karşılıklı olarak peşkeş çekilmiştir. Bu anlamıyla AKP-MHP iktidarı açısından meselenin bir yanında E.İmamoğlu’nun tasfiye edilmesi varken diğer yanında “İstanbul’un rantı”nın paylaşılması olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Dolayısıyla TC devleti AKP ve R.T.Erdoğan iktidarında faşist bir diktatörlük haline gelmemiş ve hatta kimi liberallerin sevdiği tanımlamayla yeni otoriterleşmemiştir! Olan şey AKP’nin yirmi yıllık hükümet etme sürecinde, adım adım devlet iktidarını ele geçirmesi, Kemalist faşizmin yerine İslamcı söylemli faşizmi ikame etmesi ve kendi yandaşlarını semirtmesinin sonuna gelinmiş olma ihtimalinin başgöstermesidir. Gelinen aşamada AKP’nin temsilcisi olduğu kliğin karşısında ilk defa “dişli bir rakip” olarak E.İmamoğlu’nun çıkmış olması, AKP-MHP iktidarı açısından kendi klik çıkarlarının devamı için önlem almayı zorunlu kılmış durumdadır.

Bugün hakim sınıf klikleri arasında iktidar dalaşında E.İmamoğlu’nun tutuklanması şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan 31 Mart yerel seçimleri sonrasında birinci parti olan CHP’nin Özgür Özel liderliğinde AKP-MHP faşist iktidarıyla “normalleşme” adı altında bir süreç yürütmesi, dahası iktidara “kırmızı kart gösterme” gibi Türkiye gerçekliği açısından son derece komik bir politik bir kampanya yürütmesi olmuştur.

Her ne kadar CHP açısından bu türden eylemlerin hakim sınıfların muhalif kliğini temsil etmesi ve dahası düzenin kurucu partisi olması vesilesiyle kurulu düzenin çıkarlarını temsil etmek gibi bir motivasyonla yapılması gibi “anlaşılır” nedenleri olmakla birlikte; günümüz Türkiye koşullarında hakim sınıf klikleri arasındaki çelişkilerin keskinliğini ve dahası AKP-MHP iktidarının içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında CHP’nin bu muhalefeti “majestelerinin muhalefeti”nden öte bir anlam ifade etmemiştir. Etmediği de pratikte deneyimlenmektedir.

Nitekim CHP son gözaltı ve tutuklama saldırısı ve dahası CHP’ye kayyum atama ihtimalinin ortaya çıkmasına kadar izlediği çizgide, burjuva muhalefetin hakkını vermiş, AKP-MHP iktidarının işçi sınıfına, emekçi halka saldırılarına esasta bir itiraz geliştirmemiştir.

Burjuva muhalefet kendi anayasalarında var olan milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” demiş ve AKP-MHP iktidarıyla işbirliği içinde başta dönemin HDP eş genel başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasına yol vermiştir. Dahası CHP, halk kitlelerinin AKP-MHP iktidarına yönelik öfke ve tepkilerini düzen içinde tutmak için azami çaba göstermiştir. Kitlelerin düzen dışına yönelen tepki ve öfkesini her defasında sandığa ve seçimlere havale etmeyi kendisi için esas görev olarak kabul etmiştir.

Kitlelerin talepleri gerçektir ve devrimcidir!

Ne var ki, gelinen aşamada uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ve ülke içinde işçi sınıfına ve halka dayatılan ağır yoksulluk, işsizlik, asgari ücret adı altında düşük ücretler; başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen milliyetler, başta Aleviler olmak üzere ezilen inançlar üzerindeki inkar ve asimilasyon politikası, gençliğin geleceksizleştirilmesi, kadınların katledilmesi ve ataerkil baskılar, nefret suçları, son örneğini İstanbul 1. Barosu yönetiminin görevden alınmasında olduğu gibi yaşanan anti-demokratik uygulamalar ve faşist baskı politikaları vb. nedeniyle geniş kitlelerde öfke birikmiş durumdadır. Artık deyim yerindeyse mızrak çuvala sığmamaktadır.

Uluslararası alanda emperyalistler arası yaşanan çelişkinin derinleşmesinin yeni bir paylaşım savaşının işaretleri açığa çıkartması ve dahası emperyalistler arası çelişkinin sertleşmesinin Orta Doğu ve Kafkaslar coğrafyasına doğrudan etkisi vb. gelişmeler iktidarı elinde tutan kliği temsil eden AKP-MHP ittifakının iktidarını sürdürmek için fırsat olarak görülmektedir.

Bu nedenler “iç cephenin tahkimi” adı altında bir politika devreye sokmuş durumdadırlar.

Son süreçte Kürt ulusal hareketiyle yürütülen ve “Türk ve Kürt ittifakı” olarak propaganda edilen yönelim bu politikanın ürünü olarak şekillenmekle birlikte, E.İmamoğlu’nun tutuklanmasında Kürt demokratik hareketiyle yapılan “kent uzlaşısı’nın “terör”le kriminalize edilmesi dikkat çekicidir. Bunun yanında faşist Devlet Bahçeli tarafından yapılan “4 Mayıs’ta PKK’nin Malazgirt’te kongre toplaması” çağrısı gibi absürt öneriler sürecin Türk hakim sınıfları tarafından Kürt ulusal hareketiyle bir çözüm değil; hakim sınıf klikleri içinde iktidar dalaşında oyalama politikasını akla getirmektedir. Dahası TC faşizminin bu konuda hiçbir adım atmadığı da ortadır.

TC devletinin ve iktidarı elinde tutan kliğin “iç cephenin tahkimi” politikasının genelde işçi sınıfı ve halka özelde ise devrimci ve muhalif harekete yönelik faşist saldırganlığı demek olduğu; içinde bulunduğumuz koşullarda ekonomik krizin halkı daha da yoksullaştırdığı, işsizliğin arttığı, gençlere geleceksizliğin dayatıldığı, kadınların katledildiği, her türlü anti-demokratik uygulamanın ve faşist baskının devrede olduğu koşullarda, burjuva muhalefetin olası cumhurbaşkanı adayının gözaltına alınıp tutuklanması karşısında faşist CHP’nin tepkisi kitlelerin sokağa dökülen tepkisini dizginlemek ve düzen içinde tutmaya çalışmak olmuştur.

AKP-MHP iktidarının faşist saldırganlığı karşısında özellikle öğrenci gençlik, kampüslerin ölü toprağını dağıtan bir kitlesellikle harekete geçmiş, polis barikatlarını yara yara ilerlemiş ve “kurtuluş sokakta, sandıkta değil” sloganıyla yapılması gerekeni net olarak ifade etmiştir.

Sokaklar ve meydanlar kısa sürede on binlerce genç, işçi, öğrenci, avukat, işsiz, kadınla dolmuş ve geniş kitleler kendilerine dayatılan yaşam koşullarına, adaletsizliklere, faşist saldırganlıklara, haksızlıklara karşı öfke ve tepkilerini göstermiştir. CHP ise geniş kitlelerin bu öfke ve tepkisini düzen sınırları içinde tutmaya özen göstermiştir. Başta Taksim Meydanı olmak üzere kitlelere yasaklanan simgesel alanları zorlamak yerine miting yapmayı tercih etmiş, kitleler CHP’nin bu tutumunu her fırsatta “Mitinge değil, eyleme geldik” sloganlarıyla protesto etmiştir.

Yaşanan süreç her ne kadar hakim sınıf klikleri arasında bir iktidar dalaşı olsa da geniş kitleler E.İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanması sürecini kendilerine dayatılan anti-demokratik uygulamalara, yoksulluğa, irade gaspına, keyfiyetçiliğe karşı mücadelesine dönüşmüştür. Kitle hareketi özellikle ilerici ve devrimcilerin olduğu eylemlerde hakim sınıfların kendi aralarındaki klik dalaşını aşma eğilimi gösterdiği her yerde ve anda burjuva muhalefet devreye girmiş, kitleler “provokatör” ilan edilmiş, kitlelere saldırıp işkence eden kolluk güçleri ise “polisimiz” denilerek sahiplenilmiştir.

Hakim sınıf klikleri arasında giderek şiddetlenen ve önümüzdeki süreçte devam edeceği anlaşılan mücadele karşısında sınıf bilinçli proletaryanın tavrı öteden beri bilinmektedir: “Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hakim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.” (İK, age)

Kitleler üzerlerindeki ölü toprağını atmış, sokakları ve meydanları doldurmuştur. Geniş kitleler açısından bu önemli bir deneyimdir. Kitleler aynı zamanda pratik süreç içinde sadece faşist iktidarın saldırganlığını değil aynı zamanda ana muhalefet partisi CHP’nin düzen içi niteliğini ve faşist karakterini de deneyimlemektedirler. Önümüzdeki süreç özellikle de 1 Mayıs sürecinde kitle eylemliklerinin artacağı ve daha somut hedeflere yöneleceği açıktır. Bu sürece hazırlanmak gerekir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu