
Faşist iktidarın DEM Parti belediye başkalarına, siyasetçilerine dönük yürütmüş olduğu gözaltına alma, tutuklama, görevden uzaklaştırma politikası, burjuva muhalefeti de kapsayacak tarzda genişledi. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve onlarca kişinin daha tutuklanmasıyla, yalnız saldırıların kapsamı genişlemedi. Aynı zamanda tepkilerin boyutu da genişledi. Görünen o ki, iktidar her türlü toplumsal muhalefeti, aykırı sesi, devlet terörü-haydutlar hukukuyla susturmayı ana politika haline getirmiştir. Bunun için kendi yasalarını hiçe sayıyor ve çıkış yolunu, korku mikrobunu kendisinden yana olmayan toplumun tüm kesimine yaymakta görüyor.
Tarihi tecrübelere baktığımızda görürüz ki, tüm faşist diktatörler, iktidarlarını kaybetme telaşı içine girdiklerinde baskının dozunu daha da artırır. Bu baskılar belli bir dönem onların iktidarda kalma ömrünü de uzatabilir ama sonuç itibariyle yıkılmaya mahkumdurlar. Ve bunu belirleyecek olan da geniş yığınların örgütlü ve mücadele gücüdür. Bu güçten yoksun olan ve kendiliğinden gelişen kitle hareketlerinin etki gücü, böylesi köklü değişimlere yol açma kudretinden uzaktır. Ama bu türden hareketler, devrimci mücadele için uygun bir zemin yaratır. Ve asıl üzerinde durmamız gereken nokta da bu olmalıdır. Meseleyi bu çerçevede ele almak, devrimci bir perspektifle sürece müdahale etmek demektir. En geniş devrimci birliklerle, geniş yığınlara giderek alternatif seçenekleri sunmaktır.
Bu nedenle, güncel bağlamda mevcut iktidara karşı sokaklara taşan halkın öfkesine karşı, devrimciler kayıtsız kalamaz. Bu öfke özünde, iktidarın sürdürmüş olduğu baskı ve zulüm politikasınadır. Bu öfke, yaratılan yoksulluğa ve sefaletedir. Son saldırılar, bu öfkenin sokağa akmasına vesile olmuştur. Dolayısıyla bu süreci, egemen sınıf klikleri arasında süren iç iktidar mücadelesi olarak yorumlamak yanlıştır. Elbette ki bunun rolü vardır. Dahası kendisini bu devletin esas sahibi olarak gören Kemalist burjuva kliğin, dipten gelen bu öfkenin devrimci kanallara akmasını engellemeye çalışması onun sınıfsal karakteri gereğidir.
Tüm hesaplar bu süreçte başta gençlik olmak üzere kitlelerin açığa çıkan öfkesini, devrimci tarzda örgütleme ve birleşik mücadeleye ivme kazandırma üzerine kurulmalıdır. Bu bağımsız düşünüş tarzını, devrimci seçeneği zayıflatan-karartan pratik yaklaşımlar reddedilmelidir. Daha da önemlisi sokaklarda devrimci sloganları haykıran bu kitlelerin gücü görülmelidir. Bu güce inanmak, bu geniş yığınlara ulaşmak için her türlü mücadele aracını yaratıcı bir tarzda kullanmanın en büyük teminatıdır. Diğer yönüyle bu pratik aynı zamanda haksızlığa, hukuksuzluğa, baskı ve sömürüye karşı mücadelede, devrimci seçeneğin haklılığına-meşruluğuna yapılan bir vurgudur. Kitleler böylesi pratiklerle değişir, sistem dışı mücadelelerin gerekliliğini ve zorunluluğunu kavrar.
Bundan sonra propaganda ve ajitasyon faaliyetlerimizde estirilen devlet terörünü teşhir ederken, aynı zamanda mücadele adresi olarak sokakları göstermeliyiz. En geniş ittifaklarla fiili ve meşru mücadele çizgisine yönelmeliyiz.
Şu açık ki, dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi krizin etkileri bundan sonra yaşadığımız coğrafyada daha derinden hissedilecektir. Ve an itibariyle tepeden tırnağa her türlü yolsuzluğa, pisliğe bulaşmış, geleceğini devlet terörüne bağlamış bu sistem, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere işçi ve emekçilerin hiçbir sorununu çözemez. Sınıfsal konumları gereği bu güruh, gerçek manada demokrasi ve özgürlüğe düşmandır. Onların bahsini ettikleri özgürlük, bir avuç egemen sınıfın ve emperyalist efendilerinin sınırsız sömürü ve zorbalık özgürlüğüdür. Gelinen aşamada artan yoksulluğun ve devlet terörünün de etkisiyle, iktidarın eski yalanlarla kitleleri ikna etmesi giderek zorlaşıyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreç aynı zamanda iktidarın her bakımda daha da sert politikalar izleyeceği bir süreç olacaktır. Aynı sertlik, egemen sınıf kliklerinin iç iktidar mücadelesinde de yaşanacaktır.