DünyaGüncel

RÖPORTAJ | İlham Aliyev’in Ermenistan Üzerindeki Toprak Talepleri

[Açıklama: From the Periphery PodCast yayınında Israa’nın, gazeteci Karena Avedissian ile yaptığı röportaj; Karena Avedissian tarafından İngilizce’den Türkçe’ye Özgür Gelecek okurları için çevrildi.]

From the Periphery’nin bu bölümünde, İlham Aliyev’in son yayılmacı açıklamalarını ve bunların bölge için ne anlama geldiğini inceliyoruz. Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının tarihini ve 2023’te Artsakh’ta yaşanan etnik temizliği yeniden ele alıyoruz.

Ardından Aliyev’in söylemlerinin Ermenilerin yerli halk olduğunu nasıl inkar ettiğini ve Ermenistan toprakları üzerindeki iddiaları için ideolojik zemin hazırladığını inceliyoruz.

İmparatorluk hırsı, tarihsel hafıza ve her ikisini de mümkün kılan uluslararası teşvikler hakkında bir sohbet.

Israa: Herkese merhaba. Bir başka bölüme daha hoş geldiniz. Ben sunucunuz Israa ve bugün burada Karena ile birlikteyim. Çünkü Ermenistan hakkında çok fazla bilgim yok.

Karena’nın bu konudaki bilgi ve perspektifini gerçekten takdir ediyorum. Bugün Ermenistan’daki mücadelenin son gelişmelerini konuşmak için bir araya geldik.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı kısa süre önce, hem Ermenistan’la sözde barış görüşmeleri yürütürken hem de yayılma planlarını sürdüreceğini iddia eden tartışmalı bir açıklama yaptı. Peki Karena, neler oluyor?

Karena: Merhaba Israa. Beni davet ettiğin için teşekkürler. Biraz bağlamla başlayalım.
Dağlık Karabağ—Ermeniler için Artsakh—yüzyılı aşkın süredir bir çatışma alanı. Tarihsel olarak Ermeni bir bölge, ancak Sovyet döneminde Sovyet Azerbaycanı’nın içine yerleştirildi.

1988’de Sovyetler Birliği dağılmaya başlarken, Artsakh’ın çoğunluğu Ermeni olan nüfusu barışçıl bir şekilde bağımsızlık ilan etti ve bu, yeni bağımsız Azerbaycan’ın saldırılarını tetikledi. Bu durum 1988–1994 Birinci Karabağ Savaşı’na dönüştü. Bu savaşı Ermeniler kazandı.

Neredeyse otuz yıl süren kırılgan bir ateşkes vardı, ta ki 2020’de Azerbaycan—Türkiye ve İsrail drone teknolojisinin desteğiyle—44 günlük savaşı başlatana kadar. Sonuç: Azerbaycan toprakların büyük kısmını ele geçirdi ve bölgede kalan Ermenilere giden gıda, ilaç ve temel ihtiyaçları kesen bir abluka uyguladı.

Ardından Eylül 2023’te Azerbaycan’ın 24 saatlik ani saldırısı Artsakh’ın teslim olmasına yol açtı. Sonuç yıkıcıydı—yaklaşık 120.000 etnik Ermeni kaçmak zorunda kaldı ve bu, geniş ölçüde etnik temizlik olarak kabul ediliyor. Artsakh, binlerce yıldır ilk kez tamamen Ermenisiz kaldı.

Bugün çatışma donmuş durumda ama çözülmüş değil. Ermenistan ve Azerbaycan resmen barış görüşmelerinde, ancak karşılıklı güvensizlik ortamında. Azerbaycan tehditlerini ve yayılmacı söylemlerini sürdürüyor; söylemsel saldırganlık tansiyonu yüksek tutuyor.

İşte Aliyev’in son açıklamalarının arka planı bu.

3 Kasım’da Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi’nde yaptığı konuşmada Aliyev, Ermenistan’da büyük bir endişe yaratan ifadeler kullandı. Şöyle dedi:

“Bugünkü Ermenistan’a Azerbaycanlıların geri dönüşü Ermeni halkını veya Ermeni devletini korkutmamalıdır… Tarihi topraklarımıza dönmeliyiz. Tanklarla değil, arabalarla. 20. yüzyılın başlarında Çarlık Rusyası tarafından yayımlanan haritalara bakmak yeterlidir; bugünkü Ermenistan topraklarındaki toponimlerin büyük çoğunluğunun Azerbaycan kökenli olduğunu göreceksiniz.

O haritalarda Sevan Gölü yoktur; Gökçe Gölü vardır. Kullandığımız diğer tüm tarihî toponimlerimiz de orada yansımaktadır. Bunu yapan Çarlık Rusyasıdır. İran ve Doğu Anadolu’dan Ermenileri getirip Karabağ topraklarımıza yerleştiren de aynı Çarlık Rusyasıdır.”

Bu açıklamanın birkaç katmanı var.

Birincisi, Aliyev genel olarak Güney Kafkasya’da, özel olarak da Artsakh’ta Ermenilerin yerli halk olmadığını iddia ediyor. Ermenileri bölgeye Çarlık Rusyası tarafından yerleştirilmiş “sonradan gelmişler” gibi çerçeveliyor.

Bu tamamen saçma — Ermeniler bu bölgede iki binden fazla yıldır var; bunu gösteren geniş bir tarihsel metin, kültürel miras ve akademik konsensüs var.

İkincisi, 20. yüzyıl başındaki Çarlık haritalarını “kanıt” göstererek Ermenistan toprağı üzerinde hak iddia ediyor.

Ama bu argüman geçersiz. Çarlık haritacılarının neye dayanarak bu haritaları yaptığını bilmiyoruz; diğer, çoğu daha eski haritalar aynı bölgelerde Ermeni toponimleri gösteriyor.

En önemlisi, dilsel veriler bir bölgenin kime ait olduğunu kanıtlamak için güvenilir değildir: Ticaret dilleri veya idari güçler yer adlarını etkileyebilir ama bölgedeki halkı değiştirmez. Meksika’daki yer adları gibi—İspanyolca olmaları oranın yerli toprak olmadığını göstermez. Bazı yer adları Farsça, bazıları Rusça; yani tamamen çarpıtılmış bir argüman.

Üçüncüsü ve en tehlikelisi, bunun hangi bağlamda söylendiği. Bu açıklama, Azerbaycan’ın 120.000 Ermeni’nin etnik temizliğine yol açan saldırısından sadece iki yıl sonra geliyor. Artsakh özerk ve Ermeni yönetimindeki bir bölgeydi; nüfusu şimdi sürgünde.

Dolayısıyla Aliyev “Azerbaycanlıların dönüşü”nden bahsettiğinde—Ermenilerin kendileri daha yeni zorla yerinden edilmişken—bu bir barış jesti değil; daha büyük bir yayılmacı projenin parçası. Artsakh’ın ötesine geçip Ermenistan’ın uluslararası tanınmış sınırlarına uzanan yeni bir aşamanın sinyali.

Ve ben ulus-devlet sınırlarının kendisine de eleştirel yaklaşan biriyim—toplulukları böldüğü ve şiddeti egemenlik olarak kurumsallaştırdığı için. Ama burada olan bu sistemin aşılması değil; silah olarak kullanılması. Bu sınırların aşağıdan kalkması değil; yukarıdan zorla yeniden çizilmesi.

Israa:  Yani sözde “tarihî bir düzeltme” gibi sunulan emperyal bir proje. Peki Azerbaycan bu yayılmacı programı başka hangi yollarla sürdürüyor?

Karena: Birkaç yöntem var ve hepsi koordineli bir stratejinin parçası.

Birincisi, “Batı Azerbaycan” anlatısı. Bu devlet destekli bir konsept ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin tamamını “tarihî Azerbaycan toprağı” olarak resmediyor.

Ermenilerin bu toprakları Azerbaycanlılardan “aldığı” iddia ediliyor ve şimdi Azerbaycanlıların “geri dönme hakkı” olduğu öne sürülüyor.
Dışarıdan bakınca bu insani bir mesele gibi görünebilir. Ama gerçekte bu, gelecekteki toprak iddialarını, demografik mühendisliği ve hatta olası bir işgali meşrulaştırmayı amaçlayan revizyonist bir siyasi proje.

Eskiden dışarıdan bakıldığında dalga geçilen bir fikirdi—artık öyle değil; eğitim ve medya sistemine yerleştirildi, iç politikada özellikle güçlü, dışta lobi faaliyetleriyle destekleniyor.

Elbette bugün Ermenistan olan bölgede etnik Azerbaycanlılar da vardı—tıpkı bugün Azerbaycan olan bölgelerde Ermenilerin yaşadığı gibi. Ama bu tarihsel gerçek, Aliyev rejiminin bugün ürettiği kurgusal anlatıyla hiçbir ilgisi yok.

İkincisi, akademik alanın manipülasyonu. Azerbaycan hükümeti bu fikirleri pekiştirmek için kendi “bilimsel” üretimini finanse ediyor—rejime yakın akademisyenlerin yazdığı, hükümetin siyasi ajandasını desteklemek için tarihi yeniden çerçeveleyen çalışmalar.

Üçüncüsü, dijital alan. Azerbaycan bot çiftlikleri ve çevrimiçi propaganda ağlarıyla sosyal medyayı dolduruyor. Çok sofistike değil ama çok yoğun—koordineli mesajlarla bilgi alanını dolduruyor, güvenilir kaynakları bastırıyor ve algoritmaları manipüle etmeye çalışıyor.

Israa: Bunu dinlerken aklıma sürekli yerleşimci sömürgecilik geliyor. İsrail ve Siyonist proje ile paralellikler çok açık. Bundan da bahseder misin?

Karena: Geçenlerde Filistinli gazeteci Mariam Barghouti’nin bir konuşmasını gördüm. Medyanın Filistinlilerin sesini nasıl sildiğinden ve bu boşlukların nasıl oluşturulduğundan bahsediyordu. Aynı şeyi Ermeni bağlamında da çok görüyorum.

Dediği şey şuydu: Uluslararası medya, insanlar fiziksel olarak yok edilmeden önce onları görünmez kılarak bu süreçte suç ortağı oluyor. Yani önce bu boşluklar yaratılıyor—Filistinlilerin sesi ortadan kaldırılıyor—ki sonra insanların fiziksel yok edilmesi mümkün ve normal görünsün. Ermeni örneğinde bunun birebir yansımasını görüyorum.

Bir de ideolojik paralellik var. Devlet projesi olarak Siyonizm ile pan-Türkizm arasında pek çok benzerlik var. Pan-Türkizm, Ermeni Soykırımı’nın ideolojisi olduğu gibi bugün Türkiye’de azınlıklara yönelik baskının da temelidir.

Türkiye ve Azerbaycan “tek millet, iki devlet” diyerek bu ortak jeopolitik proje içinde hareket ediyor.

Gazetecilerin çoğu bunu söylemeyi unutuyor. Aynı şey İsrail konusunda da olur—saldırganların kendi açık sözlerini ciddiye almazlar. Ermeniler Artsakh saldırısının soykırımın devamı olduğunu söylediğinde, Batılı gazeteciler “hayır, bu tamamen farklı bir konu” diyordu.

Ama liderlerin söylediklerine bakarsanız, aynı projeden bahsettiklerini görürsünüz.

Israa: Bana gönderdiğin videoda, yaşlı bir kadın köyünde Azerbaycan’ın attığı kurşunların evine isabet ettiğini söylüyordu, ama Ermeni devleti hiçbir şey olmadığını iddia ediyordu. Halk ile hükümet arasında ne oluyor?

Karena: Halkla hükümet arasında büyüyen bir kopukluk var.

Ermenistan, Azerbaycan’ın aksine, defalarca Artsakh’a geri dönüş hakkını—ki uluslararası hukuk bunu tanır—talep etmediğini vurguladı. Bu, Filistin’le benzerlik gösteren “geri dönüş hakkı.”

Ancak hükümet bunu vurgularken Azerbaycan’ın söylemlerini adeta haklı çıkarıyor. Yerevan’ın Aliyev’e son yanıtı şöyle bir tondaydı: “Ermeni muhalefeti Artsakh bayrağı sallıyor ve bu Bakü’yü kışkırtıyor.”

Sanki Ermeniler Artsakh’ı hatırlamazsa Azerbaycan yayılmacı planından vazgeçecekmiş gibi. Güç asimetrisini görmezden gelen yanlış bir denklik kuruluyor.

Pashinyan, “Ermenistan’da insanlar ‘tarihî Ermenistan’dan bahsediyor, bu yüzden Azerbaycan da ‘tarihî Azerbaycan’ diyor” bile dedi. Ama Ermenistan’da bu söylemler halktan geliyor, tabandan—yas ve hafızadan. Azerbaycan’da ise devletin resmi ideolojisi.

Sonuçta bu, mağduru suçlayan bir çerçeveye dönüşüyor. Halkın tarihsel hafızası, devlet düzeyindeki yayılmacılıkla eşitleniyor.

Acı olan şu: “barış” adına kendini susturma, tarihsel hafızayı bastırma—bu da kolonyal mirasın bir parçası. Küçük postkolonyal devletler uluslararası sistemde “makbul” görünmek için kendi hafızalarından, onurlarından feragat etmek zorunda bırakılıyor.

Israa: Şu anda sahada ne oluyor?

Karena: Azerbaycan uzun süredir Ermenistan topraklarından bir koridor talep ediyor—kontrol etmek istediği bir güzergâh. Ermeni hükümeti bile bunun kırmızı çizgi olduğunu söylemişti.

Sonra Trump yönetimi devreye girdi ve iki ülke arasında bir anlaşma taslağını kolaylaştırdı. Bu anlaşmada TRIPP—“Trump Uluslararası Barış ve Refah Yolu”—denilen şey var. Yani Azerbaycan’ın istediği koridorun, Azerbaycan kontrolünde değil, ABD’li özel bir şirket tarafından kontrol edilen versiyonu.
Ermenistan için bu “kötünün iyisi” olarak görüldü. Böylece doğrudan toprak tavizi vermeden uluslararası baskıyı yatıştırmış oldular. Şimdilik bir sakinlik var ama uzun vadede belirsizlik çok yüksek.

Saha ise başka bir hikâye. 4 Eylül’de eski Ombudsman Arman Tatoyan, sınır köylerinden düzenli ateş sesleri geldiğini söyledi. Fakat hükümet, panik yaratmamak adına bunu inkâr ediyor.

Bunu ben de bizzat gördüm. Bahçemdeki meyve ağaçlarını budamaya gelen bir aile Shamshadin’denmiş—sınırın hemen yanından. “Bir süredir ateş edilmedi galiba” dedim, “Yok, oluyor” dedi. Köy boşalıyor. Yine de tek söylediği “Barış olsun.”

Ama hiçbir haber yok, resmi açıklama yok. Hükümet “istikrar” görüntüsünü korumak istiyor.

Israa: Bu aynı zamanda sınıfsal bir uçurum yaratıyor—şehirdeki insanlar bambaşka bir dünyada yaşıyor.

Karena: Kesinlikle, yüzde bin. Yabancılar geldiğinde başkentte normal hayatı görünce şaşırıyor. Ama sınır köyleri başka bir gerçeklik.

Israa: Bu bana Mısır’daki yeni yerleşim alanlarını hatırlattı—üst sınıf bir dünya kuruldu, merkez ise bambaşka.

Karena: Evet, ve bu haberciliği de etkiliyor. Yabancı gazeteciler kaç kez gerçekten sahaya gidip etkilenen insanlarla konuşuyor?

Israa: Filistin Yönetimi ile de paralellikler görüyorum. Devlet meşruiyet peşinde, halk ise arada kayboluyor.

Karena: Kesinlikle öyle.

Israa: Devlet neyin devleti ve ne uğruna—bunlar sorgulanıyor.

Karena: İnsanlara “devleti korumak için Artsakh’tan vazgeçtik” diyen bir yaklaşım var. Ama aynı zamanda hafıza bastırılıyor, kimlik bastırılıyor. Eğer bedel buysa, geriye kaybedecek bir şey kalmıyor.

Bu yüzden direnişin neye benzediği sorusu zor. Birçok girişim AB fonlarına bağlı; bu fonlar AB’nin önceliklerini yansıtıyor, toplumun değil.
Bu yüzden bence halklar arası dayanışma—gerçek, çıkar gözetmeyen dayanışma—en önemli şey. Ama bunu yeterince görmüyorum. İnsanlar çok yorgun.
Bugün 10 Kasım—ateşkesin beşinci yılı. Hikâyeler konuşulmuyor, yas tutulmuyor. Travma kolektif bir yüzleşmeye dönüşmedi.

Israa: Travmanın hayal gücünü nasıl etkilediğini konuştuğumuz zamanları hatırlıyorum. “Ulus devlet sahibi olmak başarıdır” diyor dünya. Ama bedeli ne? “Artık gerçekten Ermeni misin? Mücadeleye bağlı mısın?”
Bu içsel bir mücadele de.

Karena: Osmanlı’ya karşı Ermeni direnişi demokratikti, hiyerarşik değildi, sosyalistti, feministti. Bugün ise bu hayal gücü çok daraldı.
Modernite, kapitalizm ve “gelişmişlik” vaatleri mücadele alanını daraltıyor.

Israa: Her yerde böyle. Mısır’da da öyle. İngilizce konuşmak bile sınıfsal bir sembol. “Başarı” bu sayılıyor. Travma hayal gücünü kilitliyor. Tek seçenekmiş gibi sunulan bir sistem var.

Karena: Kesinlikle. Batı’da hayat kalitesi çökerken bile insanlar radikalleşiyor—kaybedecek bir şey kalmadığında.

Israa: Karena, bu çok bilgilendiriciydi. Konuşmaya devam etmek isterdim. Belki başka bir bölümde travma, hayal gücü ve kolektif hafıza üzerine konuşuruz. Eklemek istediğin bir şey var mı?

Karena: Hayır, sadece bu platform için çok minnettarım. İnsanlar ölmediğinde veya aktif saldırı olmadığında bu meseleler unutuluyor. Ama bence Filistin ve Ermenistan arasındaki paralellikler önemli ve bu bölgeye dikkat etmek gerekiyor. İnsanlar hâlâ korku içinde yaşıyor ve bunun ileride yeniden patlayacağını düşünüyorum.

Israa: Çok teşekkürler. Benim için çok değerliydi.

Karena: Teşekkür ederim Israa.

Kaynak: Ilham Aliyev’s Territorial Claims On Armenia – From The Periphery Media

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu