GüncelMakaleler

SENTEZ | Emperyalist Paylaşım Savaşının Eşiğinde Olağanüstü Rejimler

"Her zaman düşündüğümüzü, her zaman yaptıklarımızı değil “Olağanüstü hallerin” yaşandığı ve daha uzun bir zaman yaşanacağı günlerin “Olağanüstü görev, emek, çaba, örgütlenme” devrimciliğini yapmalıyız."

Sosyalizmin henüz bir kutup yıldızı durumuna gelmediği, sömürü ve zulüm sisteminin hakim olduğu dünyamızda, temel hak ve özgürlüklere, adalete dair ne varsa acımasızca budanmaktadır. Örneğin, kuruluşundan bu yana faşist diktatörlükle yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’nde de kazanılmış kimi demokratik hakların ortadan kaldırılması “otoriterleşme-totaliterleşme” olarak adlandırılarak “geçmişe övgüler” yapılmaktadır. Diğer yandan olağan ve doğal olmayan “otoriter ya da totaliter rejim” meselesi yalnızca Türkiye’ye özgü değildir.

Adına  “uygar” denilen batılı ülke yönetimleri de bir yanda ülke içinde demokratik hakları hızla budayıp kuşa çevirirken diğer yandan halkın yararına ne varsa hiçbir engel tanımadan ayaklar altına almaktan çekinmemektedir. Onların evrensel değer dedikleri “sınırsız sömürü”, kutsalları ise “azami kâr”dır. Bunun için yapmayacakları kötülük, işlemeyecekleri cinayet, göz yummayacakları soykırım, el sıkışıp iş yapmayacakları eli kanlı diktatör yoktur!

Kapitalistlerin çıkarları, her şeyin üstünde, özgürlük ve adaletin önünde durmaktadır. Hiçbir burjuva hukuk düzeni ya da sözde “saygın” kurum, kapitalist zulüm makinasına engel olamaz. Onu durdurup, hesap soramaz.  Nitekim pervasızlık ve cezasızlık diktatörlere ve efendilerine her geçen gün daha fazla cesaret ve cüret vermektedir. Emperyalist-kapitalist ülke yöneticileri yarı-sömürge ülkelerin eli kanlı soykırımcı diktatörleriyle anlaşmalar yapmaktan, birlikte çalışmaktan, el sıkışıp kameralar önünde görüntü vermekten, utanç verici rahatsız edici sözler dinlemekten rahatsızlık duymazlar. Tıpkı Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’a övgü dolu sözlerle verilen meşruiyet gibi… Tıpkı Suriye’nin dünkü El-Kaide’ci, bugünkü “meşru devlet başkanı” Colani’nin Beyaz Saray’daki kabulü gibi. Saray’a arka kapıdan alınmış olsa da, bu halk düşmanına el verilip şakalaşmalarla emperyalist-kapitalist sistemin “meşruiyet”i bahşedilmesi gibi…

Bu gerçeklik bir kez daha işçi sınıfı ve ezilen halkların önderi Lenin’i haklı çıkarmaktadır: “Burjuva devletleri biçim olarak çok değişiktir, ama özde aynıdırlar: biçimleri ne olursa olsun bütün bu devletler son tahlilde kaçınılmaz olarak burjuva diktatörlüğüdürler.” (V.İ.Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü içinde, s.80) Tarih bir kez daha Lenin yoldaşı haklı çıkarmaktadır. Bir zamanlar burjuva demokrasisinin örnek gösterilen ülkeleri, emperyalist tekeller arasında rekabet keskinleştikçe ve yeni bir emperyalist paylaşım savaşının adımları atıldıkça, yüzlerindeki maskeyi indirmekte ve gerçek sınıfsal karakterlerini açıkça sergilemektedir.

Yarı sömürgeler emperyalizmin çıkarları için iekillendiriliyor!

Efendisi diktatör olanın uşağı demokrat olabilir mi? Diktatör Donald Trump’ın uşakları Netanyahu, Erdoğan demokrat olabilir mi? Emperyalist-kapitalist sistemin AKP’nin önüne koyup uygulamasını istediği neoliberal, istikrar programları ve paketleri, bedeli her daim halka ödetilen ağır bir borçlanma ve yoksullukla sonuçlandı. AKP yönetimindeki 23 yıl boyunca uygulanan hiçbir ekonomik program ve paket halkın yaşamını iyileştiren bir sonuç vermedi. Yarı sömürge bir ekonomiye sahip olan Türkiye ekonomik modeli; dış kaynakla ayakta kalmaya çalışan, kaynak akışının azalması durumunda hiçbir “gelişme” yaratamadığı için bunun ağır sonuçlarını emekçi halka yaşatan bir ekonomik modeldir. Gittikçe yoksullaşan halkın hatırı sayılı büyük çoğunluğu var olan sisteme ve adaletine güvenmemektedir.

Ne Avrupa’nın ne ABD ve Rusya’nın derdi Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alınması, muhalif medyanın susturulması, gazetecilerin hukuksuz bir şekilde tutuklanması, hasta tutsakların ölüme terk edilmesi, kadına, Kürt ve Alevilere yönelik sınırsız baskıların yaşanması değildir. Onlar için önemli olan kendi çıkarlarını güvence altına almak, daha fazla sömürü, daha fazla silah ticareti yapmak, daha fazla yeraltı ve yer üstü kaynaklarını yağmalamak ve olası mülteci akınını kesmektir.

Emperyalistler, elbette demokrasi kaygısı taşımamaktadır. Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, insan hak ve özgürlüklerine dair imkanlarına artık makyaj dahi aramamaktadırlar. Bu türden konu ve sorunlar dünya kapitalist sistemin göstermelik bile olsa, gündem olmaktan çoktan çıkmıştır. Önceleri yapılan “Türkiye de yaşananları takip edip, ilgiyle izliyor ve gelişmelerden kaygılıyız” vb. türden açıklamalar bile duyulmaz oldu. Artık emperyalist efendiler “endişe” bile duymamaktadır!

“Olağan hâl”, sömürünün ve zulmün baskın olmadığı, temel hak ve özgürlüklerin yaşandığı durumdur. “Olağanüstü hâl” ise doğal olanın gerilemesi, sömürünün ve zulmün toplumsal yaşamı boğmasıdır. Kapitalist dünyada olağanüstü hâl kalıcıdır, çünkü sömürü kalıcıdır. Yani sömürü ve zulüm var oldukça dünyada ve ülkemizde “olağanüstü hal”lerin yaşanması bitmeyecektir. Dizginsiz sömürü, derin yoksulluk, utanç dolu soykırım ve kırımlar yaşanmaya devam edecektir. İnsana, emeğe, özgürlüğe ait geride kalan kırıntılar bile her gün daha fazla acımasızca ayaklar altında ezilecektir!

Bugün ülkemizde hiç kimsenin güvende olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Farklı sesler, muhalif fikirler ağır baskı ve sınırsız denetim altına alınmıştır. Üstelik yalnızca muhaliflerin boğazı sıkılmıyor; dünün AKP yandaşı olup da bir milim raydan çıkanın tüm servetine el konulmaktadır.

Bugün sadece muhalif, aykırı ses, farklı görüntü verenlerin üzerine çökülüp, boğazı sıkılıp, nefessiz bırakılmıyor. Aynı zamanda düne kadar AKP’ye yandaş olup da bir milim raydan çıkıp, yol değiştirmesi durumunda olan bile bir tehdit unsuru olarak algılanıp varına yoğuna el konulabiliyor, tüm sermayesine çökülebiliyor.

Çökme ve çözülme devam ediyor!

“Çökme”, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel karakteridir. Osmanlı’dan bu yana süren bu gelenek; İttihat-Terakki’den Kemalizme, oradan bugüne uzanan bir yağma rejimi sürekliliğidir.

Erdoğan ve AKP-MHP iktidarı önce sermayeye çökmüş, ardından muhalif medyaya yönelik kuşatma ve boğma operasyonlarını tırmandırmıştır. Hakim sınıf kliklerinin sözcüleri olan burjuva medyanın neredeyse tamamı rejimin denetimine sokulmuştur.

Mevcut iktidar, başından bu yana “düşman aktörler ve ittifaklar” üzerinden hakimiyetini sürdürebilmiştir. Bugünün düşmanlarından biri de hiç kuşku yok ki, CHP’dir. AKP içinde bazı unsurlar CHP’ye yönelik sürdürülen baskı politikasından rahatsızlık duysa bile sistemin karar vericileri, politikanın baronları aylardır CHP üzerinde abluka ve baskıyı bütün hızıyla sürdürmektedir. CHP’yi içten bölmeye çalışmaya, zayıf unsurlar üzerinden tasfiye etmeye çalışıyor. Bu baskılı süreç AKP’ye ciddi kaybettiriyor. CHP, AKP’nin kuşatma ve boğma politikası karşısında “sokakta hesaplaşma” politikasıyla direnmeye ve karşı koymaya çalışmaktadır. Ne var ki burjuva muhalefetin doğası gereği seçenekleri sınırlıdır. Dolayısıyla “Mitinge değil eyleme geldik” diyenler, kitlelere “çözüm” için seçim ve sandıktan başka bir “şey” sunmamaktadır.

AKP içinde çıkar ve ranttan daha fazla pay kapma üzerinden ciddi gerilimler ve kapışmalar yaşanıyor. Keza AKP-MHP arasında pek çok konuda gerilim ve çatışmalar giderek daha fazla gün yüzüne çıkmaktadır. MHP ile diğer milliyetçi faşist partiler arasında gerginlikler ise sürmektedir. Irkçı faşist parti ve çevrelerde yaşanan rant ve çıkar dalaşı her geçen gün kendini daha fazla açığa vurmaktadır.

Bir yandan ağır ekonomik sorun ve borçlanmalar diğer yandan yaşanan ve devam eden kabul edilemez hukuksuzluk ve cezasızlıklar, AKP içinde ve hükümette bir dönem görev yapmış bazı milletvekillerinin -günde iki kez doğruyu gösteren durmuş saat misali- “gerçekleri” dile getirmesine yol açmaya başladı. Ülkede “militan bir yargı” yaratıldığını iddia eden AKP kurucusu, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç yargının içinde bulunduğu durumun bir nevi “İstiklal Mahkemeleri, 12 Eylül mahkemeleri, Olağanüstü hal dönemi”nden beter günlerin yaşandığını ifade etmeye başladı.

Kürt sorununda “çözüm süreci”

Kürt ulusal özgürlük hareketi, çözüm süreci olarak adlandırılan süreçte önceliği “ülkenin demokratikleşmesi, entegrasyon yasalarının çıkarılıp yasal düzenlemelerin yapılması”na verirken; AKP–MHP iktidarı, “süreci” devlet merkezli, güvenlik politikalarının yeniden biçimlendirilmesine ve CHP gibi muhalif kesimlerin tasfiyesine indirgemeye çalışıyor. Ancak esasta da çözüm “süreci”ni, esasta Kuzey Doğu Suriye’de Kürtlerin bir kazanım elde etmemesi üzerinden yürütüyor. Kürt ulusal sorununu demokratik temelde çözme yönünde bir iradeye ve niyete sahip değildir. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum “Önce Barış” derken, şimdiye dek süren anti-demokratik uygulamalarla sözde “barışı” örmeye çalışıyor. Faşist rejimin devam etme zemini oldukça güçlüdür. AKP’nin öncelikli şartı “Barışa varım, ancak merkezi otoriteden vazgeçme durumum yok”tan ibarettir. Bu zihniyet “çözüm sürecini” barışa götüremez.

Kürt ulusal özgürlük hareketi demokratikleşme ve barış konusunda istekli, samimi ve tutarlıdır. Sadece Kürt ulusal özgürlük hareketi değil Kürt toplumunun hatırı sayılı bir kesimi  “Barış” istiyor. Eğer bu “çözüm süreci” demokrasi ve özgürlük arayan, toplumsal kesimlerin katılımını, desteğini ve çabasını almazsa, Türkiye’nin demokratikleşme temeli üzerinde gelişmezse -popüler söylemle- negatif bir “barış” olur. Yüzyıldır kanayan yaraya merhem olacak bir barışa evrilmeme durumunda daha ağır şiddetin ve yeni çatışma zeminin yaşanacağı ise bir gerçektir.

Olağanüstü haller ve görevler

Devrimi, özgürlüğü hayal ederek, en kötü dönem ve günlere hazırlıklı olarak görev ve sorumluluklarımıza sarılmalıyız. Devletin her alanda şiddet ve baskıyı daha da artıracağı günlere hazırlıklı olmalıyız. Bu ağır ve zorlu süreci daha güçlü bir örgütlü mücadeleyle karşılamalıyız. Bilincimizi ve mücadelemizi sürecin görevlerini yerine getirecek tarzda geliştirip güçlendirmeliyiz.

Her alanda sistemden, baskı ve sömürüden rahatsızlık duyan, hoşnutsuz olanlarla ortak çalışma yürütmenin yol ve yöntemlerini bulmalıyız. Her alanda toparlanmanın, bir araya gelmenin yolunu açmalıyız. Daha fazla kafa yorup, fikirler geliştirmeli, eyleme geçmenin hazırlığını ve çabasını ortaya koymalıyız.

Her zaman düşündüğümüzü, her zaman yaptıklarımızı değil “Olağanüstü hallerin” yaşandığı ve daha uzun bir zaman yaşanacağı günlerin “Olağanüstü görev, emek, çaba, örgütlenme” devrimciliğini yapmalıyız. Olağan devrimcilikle görevler başarılamaz ve kazanımlar güçlendirilemez. Emek, ekmek, özgürlük, adalet düşmanları, olağanüstü şekilde halkımıza saldırıyor, kuşatıp, boğmaya çökmeye çalışıyorsa devrimci ve komünistler de “olağanüstü hallerin” devrimciliğini yapmalı ve mücadeleyi başarıya taşımalıdır. Büyük bir çaba, bilinç, emek, irade çalışma ve örgütlenmeyle güne ana sarılmalı ve gök yüzünü fethine koşulmalıdır.

Demokrasiye inanan, özgürlük arayanların ortak mücadele ihtiyacı, isteği, talebi vardır ve bu talep güçlüdür. Her alanda örgütlenerek, güçlenmekten ve ortak mücadele etmekten başka bir yol ve çözüm yoktur. En iyi yanıt sokaklar ve meydanlardır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu