
7 Ekim 2023’te Filistin direniş güçlerinin, İsrail işgali altındaki topraklara düzenlediği Aksa Tufanı Hamlesinin üzerinden üç yıl geçti. Bu hamle, 2018 yılında Gazze’de kuruluşunu ilan eden Hamas, İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Cephesi’nin de içinde olduğu on iki silahlı örgütün kurduğu Filistin Direniş Grupları Ortak Operasyon Odası tarafından planlanıp yaşama geçirilmişti. İsrail’in Gazze’ye başlattığı zorla göç ve soykırımla geçen iki yılın ardından ABD Başkanı Donald Trump, 20 maddelik sözde “barış” planını, gerçekte ise Gazze’yi fiilen Filistinlilerden “arındırma” ve tüm Filistin’i küçücük bir toprak parçasına sığdırarak bir “manda yönetimi” oluşturma hedefli planını sundu ve taraflara kabul ettirdi. Bu planda Hamas’ın ve silahlı direnişin tamamen tasfiyesi hedeflenirken, Gazze’yi Filistinlilerin/Gazzelilerin değil de başında D.Trump’ın bulunduğu bir teknokrat kurulunun yönetmesi öngörülüyor.
Trump’ın bu girişimle sekizinci savaşı durdurduğunu iddia ederek Nobel Barış Ödülü’ne layık olduğunu söylemesiyle açığa çıkan kibir ve ikiyüzlülük, ABD başta olmak üzere bütün hegemon/emperyalist devletlerle bölge devletlerinin karakteristik bir özelliği olarak değerlendirilebilir. ABD emperyalizmi yıllardır tasfiye edemediği Filistin Direnişi’ni bu kez D.Trump eliyle yeniden tasfiyeye girişirken, Netanyahu gibi bir soykırımcıyı öne sürmüştür.
İki yıldır aralıksız şekilde katliam ve yıkımlarına devam eden İsrail siyonizmi, ABD emperyalizminin ve İngiltere, Almanya vb. emperyalistlerin dolaysız desteğini arkasına alarak Gazze’yi tamamen kendi kontrolü altına almayı ve iki devletli çözümün koşullarının tamamen yok edilmesini hedeflediyse de bunda başarılı olabildiğini söylemek mümkün değil. Diğer yandan, bu iki yıllık süreç içinde Batı Şeria’yı da tamamen kendi kontrolüne alma girişimi/tehdidi olduysa da küresel çaplı tepkiler buna engel oldu.
Dolayısıyla D.Trump’ın barış adı altındaki son girişimini küresel ve bölgesel dengelerde Filistin Direnişi’nin aldığı destek sonucu hedeflerini daraltmaya razı olması şeklinde değerlendirebiliriz.
Hamas’ın özellikle Batılı devletlerce “terörist” olarak dışlanmasının yarattığı avantajı değerlendiren Netahyahu Hükümeti, 7 Ekim’den sonra ilk bir yıl boyunca sürdürdüğü katliam ve yıkımlarda Batılı devletlerin büyük desteğini alabilmiştir. Batıda çok büyük/fazla Filistin destekçisi gösteriler olmasına rağmen bu devletler, cadı avı başlatarak Siyonist İsrail Devleti’nin katliamlarına destek oldular.
Siyonist İsrail’in gözü dönmüş durumdadır
Küresel çapta demokrasi ve insan hakları havariliği yapan bu devletler, kendi söylem ve ilkelerini çiğneyerek Siyonizmin katliamlarına desteklerini sürdürdükçe, kendi halkları tarafından daha fazla eleştiriye tabi tutulmuş ve iç destekleri giderek zayıflamıştır.
Küresel çapta Filistin’e desteğin sürmesinin yanısıra Netanyahu Hükümeti’nin hayal ettiği gibi Hamas’ı ve diğer direniş örgütlerini kısa sürede yok edememesi, onca yıkıma rağmen direnişin sürmesi Netanyahu’yu daha da pervasız yaptı. Hastaneleri, okulları, çadır kentleri bile bombalayan İsrail ordusu, Birleşmiş Milletler (BM) çalışanları, doktorlar ve gazetecileri de katletmekten çekinmeyerek, destekçisi olan Batılı devletleri bile “meşruluk” açısından çıkmaza düşürmeyi başardı. BM, en üst düzeyde ve sürekli olarak Netanyahu Hükümeti’ne “sert” eleştiri ve uyarılarda bulunarak, bütün devletleri acil olarak tavır almaya çağırmış ve İsrail Devleti’ni sürekli teşhir edip dış desteğinin azalmasında etkili olmuştur. Netanyahu Hükümeti’nin, Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikayet edilmesi ve sonrasında Netanyahu’nun suçlu bulunması İsrail Devleti’nin dış desteğinde daha büyük bir kırılma/zayıflama yarattı.
Böylece Batılı devletlerin, Netanyahu Hükümeti’ne desteği yavaş yavaş azaldı. Gazze katliamının ikinci yılında Filistin’e destek hem halklar hem devletler/hükümetler bazında hızla artışa geçti. Hem dini hem ulusal/milliyetçi hem de devrimci/sol akımların destek verdiği Filistin direnişi, özgünlüğü ile içte zayıfladığı dönemlerde bile dışarıdan/dünyadan aldığı desteklerle yeniden toparlanabilen bir istisna olma özelliğine sahiptir.
Bu küresel desteğin sonucunda birçok hükümet, Netanyahu’ya “dur” demek zorunda kaldı. İçlerinde İngiltere, Fransa, İspanya, Belçika, Kanada’nın bulunduğu çok sayıda devlet, Netanyahu Hükümeti’ne “dur” diyen ortak bir bildiri yayınladı.
Buna öfkelenen Netanyahu saldırılarını artırıp, Batı Şeria’yı da tamamen kontrol altına alma tehdidi savurduysa da İngiltere, Fransa dahil birçok devlet daha Filistin Devleti’ni tanıyarak İsrail’i belli ölçüde dizginledi.
Özellikle Filistin sorununun baş müsebbiplerinden İngiltere ile Fransa’nın, tüm saldırılara karşın halklarının Filistin direnişiyle gösterdiği dayanışma sonucu, Filistin Devleti’ni tanıması, sembolik ve psikolojik açıdan önem taşırken; politik dengelerin Filistin lehine değişmesini ve İsrail üzerinde daha büyük bir baskı oluşmasını sağladı.
İsrail Devleti’nin kuruluş sürecini organize eden ve onu yıllarca koruyan İngiltere’nin, Netanyahu Hükümeti’nin Gazze’deki katliamlarına ve diğer insanlık dışı saldırılarına dur demesi, kendi halklarının tepkisi ve Filistin’e desteğinin bir ürünü olarak gerçekleşmiş olsa da, politik dengelerin Filistin lehine değişmesi anlamına da gelmiştir.
Filistin Devleti’ni tanıyan devletlerin sayısı 157’yi bulurken; iyice köşeye sıkışan Netahyahu’nun o süreçte Katar’daki Hamas müzakerecilerini bombalayacak kadar gözü dönmüştür.
Katar’ın egemenliğine bir saldırı olmasının yanısıra barış heyetine saldırmak, tüm zamanlarda/toplumlarda savaş kurallarının ihlali anlamına gelmektedir. Zaten BM’nin kararlarını defalarca çiğneyen Siyonist İsrail Devleti, bu saldırıyla dış desteğini daha çok zayıflatıp psikolojik üstünlüğün görece Filistin direnişine geçmesini sağlamıştır.
ABD, kan ve ölümden besleniyor
Netanyahu Hükümeti’ne desteğin hızla azalıp Hamas’a, direniş örgütlerine/Filistin’e desteğin hızla artışa geçtiği bir süreçte D.Trump, duruma müdahale edip kadim ortağı İsrail Devleti’ni bu çıkmazdan kurtarmak için devreye girmiş ve daha önceki hükümetlerin yaptığı gibi (Oslo, Yol Haritası, Annapolis vs.) yine bağımsızlık ve barış kozunu öne sürmüştür.
ABD, bir kez daha “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” taktiğini öne sürerek, son iki yıldaki yıkımın/katliamların Hamas ve Gazzeliler üzerindeki olumsuz etkilerini kendi politik emellerini gerçekleştirmekte kullanmıştır; yani kandan, katliamdan, sömürüden beslenen politikalarına devam ederek Ortadoğu’daki nüfuzunu yeniden yapılandırmaya çabalamaktadır. Bunda üçüncü emperyalist paylaşım savaşı tehlikesinde esas düşman olarak gördüğü Çin’le mücadeleye kaynak, zaman ve askeri güç ayırabilmek için Ortadoğu’yu bir an önce sorunsuz bir şekilde dizayn etme çabası esas etken olarak görülmelidir.
İsrail ile ABD’yi zora sokan küresel ölçekli gösterilerin İtalya’daki gibi genel greve ya da Sumud Filosu’ndaki gibi her gün/an naklen yayınlanan katliam/ambargo teşhirine dönüşmesi, sürecin yeni bir boyuta evrildiğini göstermiştir.
Filistin Direnişi ve Gazzelilerin lehine evrilen bu sürecin, direnişin iç dinamiklerini güçlendirme potansiyeli de büyüktür. Sokakta, üniversitede, fabrikada, denizde, her yerde dünyanın dört bir tarafından Filistin’e verilen destek eylemleri-pratikleri, içten zayıflamış olan direnişe bu süreçte can suyu olmuştur. Türkiye’den de çok farklı kesimlerce desteklenen Filistin Direnişinin sürekli sahiplenilmesi, AKP Hükümeti’ne İsrail Devleti’yle yaptığı ticareti daha fazla gizleme çabasına zorlamıştır.
Bu küresel çaplı desteğin zamanlaması ise özel bir önem taşıyor. 7 Ekim 2023’ten sonraki yoğun saldırı, yıkım ve katliamlarla tarihinin en zayıf dönemini yaşayan Filistin Direnişi’nin, D.Trump’ın Gazze’yi “tatil” yeri yapma planını açıklamasıyla birlikte, yok olabileceği algısını güçlendirmiştir.
Hamas’ın bölge devletlerine bağımlı kaldığı direniş stratejisi çöktüğü gibi Batı Şeria’da Filistin Yönetimi’nin ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün başı olan El Fetih’in başkanı Mahmud Abbas, adeta bir İsrail valisi gibi hareket ederek direnişi zayıflatmak için elinden geleni yapmaktan çekinmemiştir. Koltuğunu kaybetmemek adına direnişi sürekli pasifize eden Abbas ve El Fetih, diğer direniş örgütlerini de pasifize etmeye odaklandığından hem İsrail Devleti hem ABD hem de AB’li emperyalistlerden sürekli övgü ve mali destek alıyordu.
Hamas’a ve direniş örgütlerine “köpekoğulları” diyecek kadar alçaklaşan M.Abbas’ın direniş tarihinde hiç olmadığı kadar zayıflattığı Filistin Direnişi’nin tarihe karışacağı şeklindeki umutsuzluk bu dolayımla büyümüştü. Hamas’ın askeri olarak zayıflatılmasıyla birlikte bu umutsuzluk artmış ve küresel bir yaygınlığa evrilmiştir.
İsrail’in soykırımını engelleyemese de küresel ölçekli ve fakat merkezi bir yapılanmadan yoksun ve çok farklı odaklarca örgütlenen gösteri ve eylemler, farklı biçim ve boyuttaki dalgaların birleşerek dev/küresel bir dalgaya dönüşmesini sağladı. Böylece bu devasa dalga çok sayıda hükümete/devlete geri adım attırıp Filistin Devleti’nin tanınmasını ve Netanyahu Hükümeti’nin katliam, ambargo ve soykırımına dur demesini sağlamıştır.
Bu küresel dalga, bize böylesi bölgesel/küresel desteklerin, küresel-merkezi bir eksene oturtulmasının önemini bir kez daha göstermiştir.
Merkezi örgütlenmelere sahip olan emperyalist, sömürgeci devletlere karşı en büyük güçlerden birisi, merkezileşmiş bir muhalif/direniş gücü olacağından dolayı küresel çaplı örgütlenmelerle eş güdümlü bölgesel çaplı örgütlenmeler günümüz açısından aciliyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu küresel destekle birlikte can suyu alan Filistin Direnişi’nin iç dinamiklerinin ve köklerinin ne kadar sağlam olduğunu da bir kez daha gördük. Tarihte eşi benzeri olmayan özgünlüğe sahip olan Filistin Direnişi, son iki yılda Gazze özgülünde eşi benzeri olmayan bu direnişi de tarihe yazdırdı. Neredeyse bütün evler yıkılmış, on binlerce Filistinli katledilmiş, yüz binlercesi yaralanmıştır. Onlarca çocuk soğuktan ölürken, yüzlerce çocuk ve yetişkin açlıktan ölmüştür.
İki yıl boyunca her an bombalanınca, vurulma, ölme tehlikesine rağmen topraklarını terk etmeyen iki milyon Gazzeli, dünya halklarının gönlüne yerleşerek toprak aidiyetliğinin, Filistin aidiyetliğinin ve direniş azminin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha tüm dünyaya göstermiş oldu.
Ortadoğu’nun en güçlü ordularından birisi olan sömürgeci/işgalci İsrail Ordusu karşısında iki yıldır direnen Gazzeliler zaten 2007’den beri İsrail Devleti’nin yoğun ambargosu altında açık bir hapishanedeymiş gibi çok zor şartlar altında yaşıyordu. Nitekim, Aksa Tufanı Operasyonu’nun temelini de bu koşullar oluşturmuştu.
Filistin direnişi, dünyanın vicdanıdır!
Son iki yılda bu zorluklar doruğa çıkarak yıkım, katliam, soykırım halini almıştır. Bunu da göğüsleyen Gazzeliler, her türlü tehdide rağmen yurtlarını, topraklarını terk etmeyerek sömürgeci zihniyete/devlete büyük bir darbe vurmuş oldu.
Direnişin iç dinamiklerinin bu kadar güçlü, istikrarlı ve uzun süreli oluşu, dış/küresel desteklerin de çok daha güçlü, istikrarlı, sürekli olmasını sağlayarak iç ve dış dinamiklerin birbirini güçlendirmesi tamamlaması ve desteklemesini mümkün kılıyor.
2001 yılından beri dünyada yeni bir saldırı olarak başlatılan “terörizm” stratejisini ana meşruiyet kaynağı olarak kullanan Siyonist İsrail Devleti’nin bu meşruiyet stratejisi de Filistin Direnişi’nin iç ve dış dinamiklerinin sayesinde çökmüş oldu.
2006 yılında Filistin Yönetimi’nin seçimlerini kazanan Hamas’ı tanımayan İsrail Devleti ile Batılı devletler, bu ikiyüzlülüklerini yıllarca “terör” korkusuyla büyütülen meşruiyetle gizledilerse de artık bu meşruiyet söylemi giderek gözden düşmüş; etkisini kaybetmiştir.
Herkesin kendi düşmanına, muhalifine terörist dediği yani boş, etkisiz bir söylemi artık pek kimse dikkate almıyor. Filistin ve Gazze’ye dair küresel çapta büyüyerek devam eden destekler, bu açıdan da yeni bir döneme girildiğinin göstergesi olarak okunabilir.
Filistin direnişinin çok farklı kesimlerce, ısrarla ve sürekli şekilde desteklenmesi, bu direnişin bir nevi dünyanın vicdanına dönüştüğünü göstermektedir.
Açlık, soğuk, yıkım, ölüm veya katliamlara rağmen yurdunu, toprağını, ülkesini terk etmeyenlere duyulan küresel saygı ve sempati, küresel bir empati ve vicdan yaratarak sömürgeciliğin, sömürünün manipülasyonunun artık eskisi kadar kolay olamayacağını bir kez daha gösterdi.
Yeni dünyada, yeni, hızlı, etkili iletişim araçlarıyla çeşitlenen ve yoğunlaşan manipülatif saldırıların karşısında hızla dolaşan bilgi ve birleşerek tsunami etkisi yaratan dalgalar/direnişler/eylemler ortaya çıkmıştır. Bu dalgaların daha merkezi, koordineli, bilinçli şekilde birleştirilmesi, yönlendirilmesi, çağın en önemli gereklilikleri arasında yer alıyor.
Çok farklı kesimlerin aynı çatı altında ortak hareketini mümkün kılabilen Filistin Direnişi bu yolda çığır açmıştır. Bu çığırı büyütmek ve sürdürmek direniş destekçilerine düşüyor.
Trump’ın kabul edilen “barış” planının gerçek hedefleri hem anlaşmayı imzalayan Hamas, hem Hamas’ın bu hareketini destekleyen diğer direniş grupları tarafından elbette bilinmektedir. Nitekim, plana rağmen Gazze’de yer yer İsrail saldırıları devam etmekte, yine her gün Filistinlileri katletmeye devam etmektedir. Dünya kamuoyunun gözü hala ciddi oranda Gazze üzerindedir ancak bu uzun süre devam ettirilebilir bir durum değildir.
Bu nedenle Filistin’i, bu sahte “barış”ın Filistinlilere özgür bir yaşamı getirmeyeceğini uluslararası düzeyde gündemden düşürmemek, bulundukları tüm uluslararası platformlarda ve eylemlerde bu vurguyu yapmak devrimci ve komünistlerin görevi olmalıdır.



