
Devrimci ve komünist hareketin durumu
20. yy’ın sonlarında sosyalizmde yaşanan geriye dönüşler, modern revizyonistlerin yüzlerindeki sosyalist maskeyi çıkarıp atması ve açıktan kapitalizme geçmeleri sonrasında; emperyalist kapitalist sistem “sınıflar mücadelesi”nin bittiğini propaganda etmiş ve “tarihin sonu”nun geldiğini iddia etmişti.
ABD emperyalizmi emperyalist tekellerin sözcüsü olarak “dünyanın tek hakimi” olarak ilan edilmişti. Bu süreçle birlikte uluslararası alanda devrimci ve komünist harekete yönelik tasfiye saldırısı da başlatılmıştı. İdeolojik alanda, “ideolojilerin öldüğü” propagandasıyla devam ettirilen bu süreç aynı zamanda kültürel, askeri vb. her alanda tam bir karşı-devrimci saldırı olarak sürdürüldü. Ne var ki “kapitalizmin zaferi” denilen şey, kapitalizmin kendi iç işleyişi gereği mümkün değildi.
Özel mülkiyetin doğasından kaynaklı olarak sermaye merkezileştikçe tekelleşmenin yaşanması ve bunun da zafer ilan eden emperyalist tekellerin kendi arasındaki rekabeti artırması beraberinde ABD öncülüğünde ilan edilen emperyalist tekellerin “barışı” ve “tek kutuplu dünya”nın yerini, yeni emperyalist tekellerin ve bunların sözcüleri olan genç emperyalist devletlerin ortaya çıkmasıyla son buldu. 20. yy’ın sonlarında ilan edilen “tek kutuplu dünya” yerini emperyalist kapitalist sistem temel olmak üzere “çok kutuplu dünya”ya bıraktı. Bu durum uluslararası alanda emperyalist kapitalist sistemin hareketini belirledi.
Çeşitli emperyalist devletlerin önderliğinde kamplar şekillendi. Emperyalist tekellerin sözcüleri olan devletlerin oluşturduğu bu kampların birbirleriyle mücadelesi ortaya çıktı. Emperyalist tekeller görece zafer ilan ettikleri bu süreçte uluslararası planda işbölümünü yeniden örgütlediler. Kapitalist devletler, sosyalist sistemin varlığı ve işçi sınıfının mücadelesi karşısında uyguladıkları ve “sosyal devlet” adını verdikleri politikaları adım adım değiştirmenin, işçi sınıfının ve emekçi halkın kazanımlarını gasp etmenin adımların attılar.
Kapitalizmin kendi doğasının ürettiği kapitalist krizleri ve kâr oranlarının düşmesini, “neo-liberal” politikalar adı altında, üretim süreçlerini emperyalizme bağımlı ülkelere kaydırarak çözmek istediler. Böylelikle emperyalizme bağımlı ülkelerde, başta yoğun artı-değer sömürüsü olmak üzere kendisi açısından kâr kaybına neden olan bir dizi maliyetten kurtulmak amaçlanıyordu. Emperyalizme bağımlı, yarı-sömürge, yarı-sömürge yarı-feodal ülkeler, emperyalizmin “neo-liberal” politikalarıyla, emperyalist sermayenin tam bir talanına maruz bırakıldı.
Bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynakları, emperyalist sermayenin daha fazla kâr elde etmesi amacıyla daha fazla yağmalandı. Bu durum emperyalizme bağımlı ülke halklarının daha da yoksullaşmasına neden oldu. Emperyalist tekellerin bu “yeni” yönelimiyle emperyalist kapitalist merkezlerde, “sosyal devlet” politikalarını adım adım değiştirmesi, işçi sınıfı ve emekçi halkın kazanımlarının, burjuvazinin çıkarları uğruna gasp edilmesi beraberinde emperyalist kapitalist merkezlerde “küreselleşme karşıtı” adı verilen, çeşitli “anti-kapitalist” reformist hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu hareketler gerçekte kapitalist sistemin kendisine değil de sonuçlarına itiraz ediyorlardı.
Emperyalist kapitalist merkezlerde komünist partilerin zayıflığı ve örgütsüzlüğü bu hareketlerin, sınıf mücadelesi içinde doğru temelde örgütlenmesini engelledi. Sosyalizm maskeli modern revizyonizmin ve Troçkizm’in de bunda rolü büyüktü. Bu süreçte emperyalizme bağımlı yarı-sömürge, yarı-sömürge/kapitalist, yarı-feodal ülkelerde ise, emperyalizmin uluslararası işbölümünü yeniden örgütlemesine paralel, bu ülkelerde yaşanan değişim ve dönüşümler, çeşitli sınıfların temsilcilerinin mücadelelerine yol açtı.
Kimi ülkelerde küçük burjuva devrimci örgütlerin mücadelesinin yanında, komünist partilerin örgütlü olduğu ülkelerde de mücadelelerin sürdürüldüğünü kaydetmek gerekir. Bu süreç içinde aynı zamanda ezilen uluslar da çeşitli biçim ve içeriklerde mücadelelerini sürdürdü.
Meksika’daki Zapatistalardan Sri Lanka’daki Tamil Kaplanlarına ve Ortadoğu coğrafyasında Filistin Ulusal Hareketi’nden Kürt Ulusal Hareketi’ne kadar bir dizi anarşist, reformist, devrimci örgüt mücadelelerini sürdürdü. MLM hareketler açısından bu süreç Peru Komünist Partisi’nin yükselttiği Halk Savaşı’yla yanıtlanmış olsa da, PKP’nin önderi Gonzalo yoldaşın tutsak edilmesi ve ardından da Peru devriminin yenilgiye uğramasıyla kesintiye uğradı. Peru devrimini takip eden Nepal devriminin iktidarı alma aşamasında önderliğinin ihanetiyle sınıf işbirlikçi bir çizgiye kayması komünist hareketin bir başarısızlığı olarak kayda geçti. Bu ihanetin ardından komünist hareket bugün yeniden örgütlenme içerisindedir. Son olarak Nepal’deki komünist hareket Nepal Devrimci Komünist Partisi (NDKP) olarak birleştiğini duyurdu.
Hindistan’da komünist hareket 21. yy’ın başlarında birleşti ve özellikle kırsal alanlarda kitleler içerisinde örgütlenmesini sağlamlaştırdı. Filipinler’de ise komünist hareket istikrarlı bir şekilde mücadelesini sürdürdü.
Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ise Hindistan’da sınıf mücadelesine önderlik etme ve Halk Savaşını yükseltme mücadelesi içinde, Hindistan devletinin çeşitli kampanyalar adı altında sürdürdüğü karşı-devrimci saldırılarına başarılı bir şekilde yanıt verdi ve mevzilerini korudu. Hint gericiliğinin komünist hareketi kırsalla sınırlama politikası doğrultusunda HKP (Maoist)’in şehir faaliyetlerine yönelik karşı-devrimci saldırılar artırıldı ve pek çok tutuklama yapıldı. Yanısıra Kaagar adı altında yürütülen karşı-devrimci operasyonda HKP (Maoist)in Merkez Komitesi üyeleri ve Genel Sekreteri olmak üzere çok sayıda merkezi ve eyalet düzeyindeki kadrosu katledildi.
Filipinler’de de, Filipinler Komünist Partisi’ne yönelik Filipin devletinin artan karşı-devrimci saldırıları mevcut. ABD ve Çin emperyalistlerinin artan çelişkisine paralel, ABD emperyalizminin Çin’i çevreleme siyasetinde Filipinler’in jeo-stratejik önemi, Filipinler’de ABD askeri üslerinin kurulmasını ve dahası Filipinler gericiliğinin daha fazla ABD emperyalistlerine bağlanmasını doğurmuştur.
ABD’nin Filipinler üzerinde artan etkisi beraberinde Filipinler devletinin komünist harekete yönelik saldırılarını daha da artırmış durumdadır. Bu saldırılarda Filipinler Komünist Partisi kayıplar vermiştir.
Sonuç olarak;
Bütün bu olgu ve gelişmeler, emperyalist-kapitalist merkezlerde ve emperyalizme bağımlı ülkelerde işçi ve emekçilerin zor koşullarla karşı karşıya olduğunu, ancak koşulları değiştirmek için mücadele eğiliminin giderek güç kazandığını gösteriyor.
Emperyalist kapitalist merkezlere işçi ve emekçiler genel olarak “yaşam standartlarını”, yaşam ve çalışma koşulları korumak için grevler ve gösteriler gerçekleştirirken, emperyalizme bağımlı ülkelerde işçi sınıfı ve emekçiler, artan gıda ve enerji fiyatlarından, açlık ve yoksulluğun derinleşmesinden, iktidar yolsuzluklarına kadar bir dizi nedenden dolayı sokağa çıkmakta, yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek için grev yapmakta, eylemler gerçekleştirmektedirler.
Uluslararası alanda tek tek ülkelerde bu tür eylemlerin yanında örneğin İsrail’in Gazze’ye ve Filistinlilere yönelik katliam saldırılarında olduğu gibi doğrudan siyasal taleplerle eylemler de gerçekleştirilmektedir. Bazı ülkelerde işçi sınıfı bu taleple iş bırakır, İsrail’e sevkiyat yapan gemilere yükleme yapmayı reddederken, dünya halklarının büyük çoğunluğu, sokaklara çıkarak, İsrail’i protesto etmişler, “kendi” hükümetlerinin politikalarına karşı çıkmışlardır.
7 Ekim 2023 sonrasında İsrail Siyonizminin ve emperyalizmin bütün medya kampanyalarına rağmen 80’den fazla ülkede, İsrail’i kınayan ve Filistin halkını destekleyen eylem ve gösteriler yapıldı.
Özellikle Kazakistan, Sri Lanka halkının ve son olarak Bangladeş işçi sınıfı ve halkının eylemlerinin bize gösterdiği gerçek şudur: İşçi sınıfı ve ezilen dünya halkları isyan etmekte ve mücadelelerini sürdürmektedir. Sınıf mücadelesi dünya çapında çeşitli biçim ve içeriklerde sürerken, emperyalist kapitalist merkezlerde yükselen işçi sınıfı grevleri ve kitle gösterileri, emperyalizme bağımlı ülkelerde Kazakistan ve Sri Lanka’da olduğu gibi halk isyanlarına dönüşmekte, Bangladeş’te olduğu gibi işçi sınıfının günlerce süren grev ve eylemleri, devlet güçlerinin silahlı müdahalesi ve katliamlarına rağmen sürmektedir.
Halk isyanları, bu isyanlara önderlik edecek gerçek bir komünist partisinin eksikliğine işaret etmektedir. Kazak halkının isyanı komünist bir parti önderliğinden yoksun olduğu için, kısa bir süre sonra, ülke dışından askeri güç takviyesi ve hakim sınıf kliklerini birbirlerini tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Benzer durum Sri Lanka’da da yaşanmıştır.
Halk isyan etmiş, başkanlık sarayı başta olmak üzere devlet iktidarının önemli merkezlerini ele geçirmiş, hakim sınıfların temsilcilerini doğrudan hedef almıştır. İktidarda bulunanlardan bazıları istifa edip, yurtdışına kaçmıştır. Sri Lanka’daki halk isyanı da komünist bir parti önderliğinde gelişmediği için, işçi sınıfı ve halkın iktidarıyla sonuçlanamamıştır.
Bu ülke halklarının isyanlarının ezilen dünya halklarına verdiği esaslı derslerden birisi de emperyalizm tarafından baskı altında tutulan, yarı-sömürge koşullara sahip ülkelerde bile silahlı halk ayaklanması yoluyla devrimin mümkün olduğudur. Kazakistan’da ve Sri Lanka’da bir devrimin gerçekleşmemiş olması bu dersi geçersiz kılmamaktadır. Aksine burada temel meselenin bir kez daha öncünün örgütlenmesi meselesi olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla komünistler üzerlerine düşen tarihsel rolü oynamalıdır. Günümüz koşulları birbirlerinden kopuk uluslararası komünist partilerin aralarında ilişkileri geliştirmelerini, uluslararası durumu tahlil etmelerini, sorunları masaya yatırmalarını ve alternatif stratejik-politik-örgütsel belirlemeler yaparak dağınıklığa, kendiliğindenciliğe, birbirlerinden kopukluğa müdahale etmelerini ve mücadeleyi daha ileri taşıyacak MLM hattında nesnel kararlar almalarını da emretmektedir.
Emperyalistler arası kutuplaşma ve pazar savaşının günümüzde daha agresif hal alması bunun daha zorunlu kılmaktadır. Nasıl ki her örgütlenme bir ihtiyacın ürünüyse, uluslararası alanda günümüz koşulları da enternasyonal örgütlenmeyi dayatmaktadır. Bu aynı zamanda yeni bir komünist enternasyonalin zeminini oluşturacaktır. Bu örgütlenme daha önceki komünist enternasyonal deneyimlerinden ve özellikle DEH tecrübesinden öğrenmelidir. Elbette ki bu örgütlenme ve mücadele her komünist partisinin kendi ülkelerindeki mücadeleyle birlikte yürütülmelidir.
İşçi sınıfının ve dünya halklarının tek tek ülkelerde gerçekleştirdiği eylemlerin yanında uluslararası düzeyde sınıflar mücadelesinin bu seyri her bir ülkede ileri işçi ve emekçilere, işçi sınıfının öncülerine, komünistlere tarihsel görevlerini oynama görevini yüklüyor.
Özellikle emperyalist bir paylaşım savaşı tehlikesinin gündemde olduğu bir dönemde, emperyalist kapitalist merkezlerde komünist parti ve örgütlenmelerin, bir paylaşım savaşına göre hazırlanması önemlidir: “Savaş meselesine gelince, kapitalist ülkelerdeki Komünist Partileri kendi ülkeleri tarafından yürütülen emperyalist savaşlara karşı çıkarlar. Eğer böyle savaşlar patlak verirse, bu Partilerin siyaseti, kendi ülkelerindeki gerici hükümetlerin yenilgiye uğramalarını sağlamaktır. Komünist Partilerinin vermek istedikleri tek savaş, hazırlanmakta oldukları iç savaştır.”
Emperyalist tekellerin artan rekabetinin, emperyalist tekellerin sözcüsü devletler arasında yeni ittifak ilişkilerine ve kamplaşmalarına yol açtığı, emperyalist kamplar arasında çelişkinin keskinleştiği bir sürecin içindeyiz.
Emperyalist tekeller arasında çelişkinin keskinleşmesi yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlığı da içermektedir.
Bu bağlamda;
1- Dünyada ekonomik kriz dalgası giderek derinleşmekte ve genişlemektedir. 2008 yılında başlayan kriz, kısa süreliğine yönetilmeye çalışılsa da emperyalist sistem, krizi atlatabilmiş değildir. Pazarların yeniden paylaşılması mücadelesi derinleşmektedir. Kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki rekabet, hakimiyet ve üstünlük mücadelesi hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
2- Gelinen aşamada emperyalistler arası bloklaşma ve saflaşma daha da belirgin hale gelmiştir. ABD-İngiltere ve Avrupa Birliği bir blok; Çin sosyal emperyalizmi ve Rusya emperyalizmi bir diğer bloku oluşturmaktadır.
3- Süreğen krizini çözemeyen emperyalist ülkeler, süreçlerini savaşla çözme yönünde attıkları adımları hızlanmıştır. Emperyalist paylaşım savaşı tehlikesi giderek artmaktadır. Emperyalist güçler, askeri olarak her geçen yıl silahlanmaya ve savaşa daha fazla ağırlık vererek hazırlanmaktadırlar. Faşist partilerin iş başına gelmesi, ırkçılığın giderek tırmanması, yabancı ve göçmen düşmanlığının artması, demokratik ve sosyal haklarda sınırlandırmalar, antidemokratik yasaların ardı ardına çıkartılması savaşa hazırlık olarak okunmalıdır.
4- Dünyadaki ve Ortadoğu’daki gelişmeler açık olarak göstermiştir ki savaşın baş kışkırtıcısı ABD ve İngiliz emperyalizmidir.
5- Emperyalist savaşa karşı dünya çapında ve kıtalarda anti-emperyalist cephelerin kurulması komünist, devrimci ve tüm savaş karşıtı güçlerin önemli gündemlerinden biri haline gelmiştir.
(Bitti)
SENTEZ | Kapitalist Emperyalist Merkezlerde Sınıf Mücadeleleri (2/1)