
Halkın tüm kesimlerinin birikmiş öfkesini, taleplerini, haksızlıklara karşı duruşunu ve daha pek çok şeyi sokakta, eylemde dile getirmesine vesile olan İBB Başkanı E.İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan süreç ivmesi yavaşlasa da çeşitli şekillerde devam ediyor.
Yaklaşık on gün boyunca eylemler, ülkenin dört bir yanında pek çok sokağa, mahalleye, meydanlara taşındı. Her ne kadar insanların direnme gerekçeleri ve biçimleri CHP’ye, E.İmamoğlu’nun tutuklanmasına sıkıştırılmaya çalışılsa da on binlerce insan, biriken öfkeyi onlarca farklı taleple sokağa taşıdı. Yüzlerce insanın jet hızıyla tutuklanması, yine aynı hızla tahliye edilmesi, İBB’ye kayyum atanmasına kesin gözü ile bakılırken kayyum atanmamış olması burjuva klikler arasında uzlaşının yaşandığını gösteriyor. Bu uzlaşının temelinde kitlenin sokağa taşan öfkesini sönümlendirme isteğinin olduğu ise açık.
Sürece dair kuşkusuz söylenecek çok fazla söz, yapılacak değerlendirme var. Bu sürecin Gezi İsyanı’na benzetilmesine dair de birkaç şey söylemek gerekiyor. Halkın biriken öfkesinin patlaması biçiminde yaşanmaları itibari ile elbette iki süreç benzerlikler taşıyor. Benzeşmeyen yan ise Gezi eylemlerine katılan “sıradan” bir insan kendini eylem içinde daha güvende hissedebiliyorken Saraçhane süreci ve eylemlerinde bizzat eylem alanının içinde ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın vb. yeniden üretilen bir biçime hızlıca dönüşmesidir.
Bu yanıyla eylemlere katılan pek çok kesim, ilk günlerin ardından güvende hissetmek bir yana sürekli tetikte olmak zorunda kaldı. Taksim Dayanışması gibi tüm ilerici güçlerin etrafında biraraya geleceği, sürece yön vereceği, geri yanlara tek merkezden müdahale edebileceği bir mekanizmanın olmayışı, devrimci-ilerici güçlerin dağınık ve zayıflığına eşlik eden parçalı duruşu, açığa çıkan tabloyu kaçınılmaz hale getirdi. Ve hızlıca gerici, ırkçı, faşist güruhların rahatça girebildiği alanlar oldu bu eylemler. Eylem alanları, polisle çatışmanın noktası aynı zamanda ırkçı saldırıların, faşistlerin devrimcileri hedef aldığı saldırıların da merkezi oldu. Halkın en ileri taleplerini en devrimci biçimde ifade eden sloganların yerini hızlıca cinsiyetçi küfürler, militarist sloganlar aldı. Eylemlerin başlamasıyla birlikte gözaltı furyasının ilk hedefi devrimci özneler oldu, günlerce süren gözaltı ve devam eden tutuklamalar, faşist ve ırkçı gruplara alan açtı, eylemlerin gerici saiklerle domine edilmesi için bilinçli fırsat sundu.
Oysa Gezi İsyanı’nın en belirgin özelliği gerici yanlarla mücadele edebiliyor oluşu ve değiştirici gücüydü. Bu sistemin yarattığı çürümenin halkın üzerindeki izlerini silmek, halkı parçalamak için yaydığı kutuplaştırma politikalarına rağmen ezilen milyonlar arasındaki duvarları yıkmak konusunda yarattığı etki sebebiyle, devletin Gezi’ye duyduğu kin ve intikamcı politika hala devam ediyor. Gezi’nin aynı zamanda güçlü bir kadın isyanı olmasına duyulan devlet öfkesi de devam ediyor.
Küfretmenin bir direnme biçimi olmadığı, karşıtına duyduğun öfkeyi yansıtmanın onlarca alternatif yolu, devrimci eylem ve söylem biçimi olduğunu öğreten, küfrün taciz olduğunu Saraçhane süreci yeniden hatırlattı. Eylem alanlarında çoğu zaman genç kadınların ağzından da duyduğumuz küfürlerin belli bir şaşkınlık yarattığını inkâr edemeyiz. Devletin gençliğe dönük yozlaştırma saldırılarının en bariz yansımalarından biriydi bu. Kadınların ve LGBTİ+ların toplumsal konumunu sistemli biçimde geriletmeye odaklanan devlet aklının ürettiği politikaların, halka ne düzeyde sirayet ettiğinin yansımasıydı.
Halkın her hareketlenmesi, eylemi pek çok veri ve mesaj sunar. Bunları doğru okuyabilmek, sonuç ve dersler çıkarmak, sürecin görevlerini tanımlayabilmek gerekir. Buradan hareketle halka yeniden gitmek, politika ve propaganda biçim ve içeriğimize çıkan dersler doğrultusunda yön vermek gerekir. Polisi, barikatı zayıflatmak, küçümsemek, aşağılamak için küfürlü sloganlar atılırken, eylemlerin öznesi olan kadınlar polis tacizine maruz kalıyor, gözaltında kadınlar bedenleri üzerinden hedef alınıyor, iradelerini kırmaya dönük işkencelere maruz kalıyor.
Küfürle kadın bedeninin küçümsenmesine, yok sayılmasına karşı doğru ve devrimci yaklaşımımızı daha güçlü anlatmamız gerekiyor. Bu eylemlerin sadece on binlerce insanı sokağa taşıdığı için kutsanması eğilimine karşı, ilerici potansiyeli açığa çıkarma, büyütme çabasına; gericiliği, cinsiyetçiliği, ırkçılığı körükleyen yanları ile mücadele çabasını da ekleyebilmeliyiz.