
İzmir’de kurulu TPI fabrikasında grev başladıktan sonra patronların fabrikayı kapatma kararıyla yüz yüze kalan Petrol-İş üyesi işçiler, şimdi tazminatlarını ve haklarını alabilmek için direniyor. Şirketin ABD merkezinin iflas koruma başvurusu sonrası Türkiye’deki fabrikalar paravan bir şirkete devredildi. Ancak ne yeni şirket ne de devlet yetkilileri işçilerin sesini duymak istiyor.
13 Mayıs’ta başlayan TPI grevi, Türkiye işçi sınıfının son yıllardaki en uzun soluklu mücadelelerinden biri olarak kayda geçti. İzmir’in Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan fabrikanın işçileri, sefalet ücretlerine karşı üretimi durdurdu. Ancak süreç kısa sürede farklı bir yöne evrildi.
Şirketin ABD merkezli iflas koruma başvurusu sonrasında Türkiye’deki TPI işletmeleri, adı sanı duyulmamış “XCS” adlı bir şirkete devredildi. TPI’nın iki fabrikasını devralan bu yeni şirket, grevdeki işçileri bir kez olsun muhatap almadı.
Ekim ortasında ise hiçbir bildirim yapılmadan, grevdeki işçiler işten çıkarıldı ve fabrikanın kapandığı haberi yayıldı.
Böylece grev, patronlar tarafından fiilen “lokavta” dönüştürüldü. Şimdi işçiler, ne tazminatlarını alabiliyor ne de bir muhatap bulabiliyor.
“İnsanlar dağıldı, kimisi inşaata gitti”
TPI işçilerinden Buket Ergül, dört yıldır bu fabrikada çalışıyordu. Bugün ise birçok arkadaşıyla birlikte hem işsiz hem de alacaklarının peşinde. “Şu anda insanlar dağılmış durumda” diyor Ergül, Özgür Gelecek’e yaptığı açıklamada.
Ayrıca “Bir öncü yok, insanlar ne yapacağını bilmiyor. Kimisi avukat peşinde, kimisi başka iş peşinde. Birçok arkadaşımız boşandı, babasının evine döndü. Günübirlik inşaatta çalışanlar var. TPI işçileri şu anda bir çıkmazın içinde” şeklinde özetliyor süreci.
Grev süreci, altı ayı aşkın bir dayanışma dönemine sahne oldu. Ancak şirketin sessizliği ve devletin kayıtsızlığı, işçileri ekonomik olarak daha da zora soktu.
“Bu işin sonunda ‘elimizden geleni yaptık’ diyebileceğiz”
TPI işçilerinin grevi sadece bir ücret mücadelesi değildi; aynı zamanda onur ve dayanışma mücadelesiydi. Buket Ergül ve arkadaşları, şirketin sessizliğine rağmen eylemlerini sürdürüyor.
Ergül ayrıca “Son 10 günde aslında direnişin yeniden örgütlendiğini söyleyebiliriz” diyor ve ekliyor; “Bir kadın arkadaşımızın öncülüğünde yeniden toplandık. Önce SGK önünde tabut eylemi yaptık. Ardından valilik önüne yürüdük. Ankara’ya gidip bakanlık önünde eylem yaptık. Bir söz aldık ama iki hafta geçti, hala kimse dönmedi.”
Ergül, direnişin moralini şu sözlerle özetliyor:
“Belki sonuç alamayacağız ama biz rahat uyumuyorsak kimsenin rahat uyumasını istemiyoruz. En azından elimizden geleni yaptık diyebileceğiz.”
Kimyasal tozlar arasında bir hayat
TPI işçilerinin anlatımları, işyerindeki koşulların da ağır olduğunu gösteriyor.
“Çalıştığımız ortamda sürekli toz ve kimyasal var. Sekiz saat boyunca soluyoruz. Zımpara yapıyoruz, taşlama yapıyoruz. 70 metrelik kanatları vakum süpürgeyle temizliyoruz” diyor Ergül.
Bu tablo, hem iş güvenliği hem de işçi sağlığı açısından ciddi bir ihmalin göstergesi. Buna rağmen işçilerin “şımarıklık”la suçlandığını söylüyor ve ekliyor: “Biz yüzde seksene hayır dedik diye şımarık diyorlar. Oysa biz sadece insanca yaşamak istedik. Sonra patron, paravan bir şirket kurdu ve oyalama taktikleriyle bizi buraya kadar getirdi.”
“Devlet kör, sağır ve dilsiz rolünde”
Petrol-İş üyesi işçilerin yaşadığı sürecin en dikkat çekici yanı, devletin sessizliği. TPI işçileri Ankara’ya giderek Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde eylem yaptı. Bakanlık, “diğer bakanlıklarla ortak çalışma” sözü verdi. Ancak bu sözler kâğıt üzerinde kaldı.
“Bizim karşılaştığımız şey aslında yasadışı lokavt” diyor işçiler ve devamla “Ama devlet buna sessiz kalıyor. Amerikan sermayesini koruyor, işçisini değil” şeklinde konuşuyorlar.
Petrol-İş sendikası da aynı görüşte: “TPI patronları, işçilerin kıdem tazminatlarına kelimenin tam anlamıyla çökmüştür. Bu lokavtta rolü olan herkes yargılanmalıdır. Fabrikalar kamulaştırılmalı ve toplu sözleşme yapılmalıdır.”
On kişilik direniş, onurlu mücadele
Bugün TPI direnişinde yalnızca on kadar işçi kalmış durumda. Onların da altısı kadın. “Direnişte 10 kişiyiz” diyor Buket Ergül. “Ama içimizde hala inanç var. Komite kurduk, her gün toplanıyoruz. Eylem planları yapıyoruz. Kadın etkinliklerine katılıyoruz. Bizim için bu sadece para değil; bir gurur meselesi.”
Direnişçiler, hem kendi aralarında hem de diğer işçilerle dayanışma ağlarını güçlendirmeye çalışıyor. “Evet, belki hiçbir şey kazanamayacağız ama biz bir örnek olacağız” diyor Ergül ve ekliyor; “Bundan sonraki grevlerde ‘TPI işçilerini örnek almayın’ diyecekler belki ama biz şunu göstermek istiyoruz: Bir insan kendine değer vermezse, kimse değer vermez.”
Bir kadın işçinin tanıklığı: Sessizliğe karşı ısrar
TPI direnişi, Türkiye’de kadın işçilerin öne çıktığı nadir mücadelelerden biri. Ergül’ün sözleri, bu direnişin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir boyutu olduğunu da hatırlatıyor:
“Ben İzmir’de tek başıma yaşıyorum. Ama çevremden olumsuz tepki almadım. Sadece insanlar artık çok umutsuz. İnançlarını kaybetmişler. Eğer baştan beri bilinçli bir komite olsaydı, bugün çok farklı şeyleri konuşuyor olabilirdik.”
Bu sözler, işçi sınıfının örgütlenme zorluklarına dair önemli bir tespit niteliğinde. Direnişin yalnızca fabrikada değil, toplumun geneline yayılmış bir sessizlikle de mücadele ettiğini gösteriyor.



