
Damızlık Kızın Öyküsü isimli kitap Margaret Atwood tarafından 1985 yılında yazılan ve orijinal adı ise “ The Handmaid’s Tale” olan ve Sevinç Altınçekiç ve Özcan Kabakçıoğlu tarafından çevrilmiştir. Doğan Kitap’tan basılan kitap ilk baskısını 2019 yılında yapmış.
Margaret Atwood Kanadalı şair, yazar, eleştirmen, denemeci feminist ve ekoloji aktivistidir. Özellikle ütopya ve distopya kavramlarını birleştirerek “Üstopya” adını verdiği kendine özgü bilimkurgu türündeki romanlarıyla tanınıyor. “Kör Suikastçi”, “Tufan Zamanı”, “Antilop ve Flurya” gibi romanları da aynı yayınevi tarafından yayımlandı.
Kitap, yazarın feminist bir distopya ve geleceğe dair bir duyulan kaygı ve erkek egemen sistemin yapmak istediği veya yapabilme potansiyeline dair hayal dünyamızı zorlayan bir yapıt. Bir tanıtım dışında çok daha kapsamlı bir tartışmayı hak eden bu kitap için şimdilik sadece birkaç not iletmekle yetineceğim.
Ancak öncelikle söylemek gerekir ki yazara dair çok az bilgi ile birlikte (araştırma yapma koşulumuz bulunmuyor) düşün dünyamızı kadın sorunu üzerine zorlayan ve yoğunlaştıran bir roman.
Bütün distopyalar zaten böyledir denilebilir ancak kadınlar açısından sınırları zorladığını, güçlü kurgusu ile insanı içine alması, sonu itibariyle şaşırtıcı bir hal alması dikkate ve kesinlikle okumaya değer bir kitap bana kalırsa.
Hikâyenin başında kadınlara üst düzey bir toplumsal cinsiyet rolünün pekiştirilmesi biz kadınları sinirlerini zorlayabilir. Güncel sorunda da kadınlara sık sık erkekler için yaratılan bir hayat ve konforda kadınlara sürekli erkekler için yaşaması, çocuk doğurma görevinin verilmesi gibi yığınla “kadınlık” görevi toplumsal cinsiyet rollerinin sürekli pekiştirilmesi yapıldığı gibi kitapta da Lydia teyze vb. “Teyzelik” müessesesi bu rolün inşası için erkeklerin daha fazla düşünülmesi. “Onların ne hissettiğini hayal etmeye çalışın, onlar gibi hissedin” ile salık veriliyor yine dini öğelerle kadının sürekli uysallaştırılması da salık veriliyor; “Sabırlı ve uysal olanlar kutsanır”.
Diğer taraftan romanın kurgusunun okuru sürekli daha fazla kurguya bağlaması bu gibi gerçeğe yakın distopyayı daha fazla merakla okutuyor. Ana karakter kadın ile birlikte yaşananlara isyan ediyor, kurtuluş için onun kadar sabırsızlanıyorsunuz. Arkadaşı Maira’nın kaçış planı ve sonunun ne olduğu meraklı okuru sardığında hikâyenin sizi ana temadan veya bu distopyanın gerçekte var olması veya güncel erkek egemen sistemde yaşananlara dair vurgusundan uzaklaştırmasına izin vermemelisiniz.
Erkeği düşünmek, onun her hareketini ölçüp bitmeye zorlamak, onun için yaşamak, sabırlı ve itaatkâr olmak, kutsanma ile sadece ödüllendirilmek ve belirgin olanı doğurganlık ile sınanmak işte mevcut patriarkal sistemin kadınları “annelik” doğurganlık üzerinden yücelttiği güncelin distopyamız ile gerçekle bağını oluşturuyor.
İktidarın “Aile Yılı” ilanına rağmen katledilen kadınların distopyadaki Duvar’daki benzerliğidir. Distopyadaki mevcut sistemin kadınlara “Çoğalın” çağrısı ile mevcut iktidarın kadınlara “5 çocuk yapın” çağrısı aynı yerden besleniyor.
Evet yeniden hikâyeye dönecek olursak; yazarımızın bu distopik dünyadaki sistem aracılığı ile verilecek bir şeyi olmadığı dahası herhangi bir sistemde bir şey verilemeyeceğini kadınlarca düşüncesi, “Her kadından yeteneğine göre her erkeğe ihtiyacına göre” sözü üzerinde düşünmeye değer buluyorum. Çevirmenin bu sese dair dipnotu olan: *Slogan, İncil’den olmadığı gibi, Gilead yönetimince amaçları doğrultusunda çarpıtılmıştır. Karl Marks’a atfedilen bu sosyalist sloganın aslı şöyledir: “Herkese ihtiyacına göre; Herkese yeteneğine göre” notu insanı biraz rahatlatmıyor değil.
Ancak bana kalırsa bu dipnot veya kitabın bu bölümü kitabın tüm yaratıcılığına, günceldeki gerçeğe, kadınlara dair beklentilerindeki benzerliğini günümüzdeki kaygılarımız ile bir olması ile oldukça beğenmeme rağmen yazarın kurguladığı Gliead yönetimindeki kahvaltı sonrası 3 kere tekrarlanan bu söz insana sosyalist sistemin ideolojisine olumsuz bir atıf yapıldığına dair bir rahatsızlık veriyor. Ancak kitabın bu kısmı daha uzun bir tartışmayı hak etmektedir.
Çevirmenin notu yazarı değil Gilead yönetiminin sözün çarpıtıldığı vurgusu yazarımızın Marks’ın sözüne ve sosyalist sisteme dair olumsuz düşüncesini olumluyamıyor.
Yazarımız anti-komünist mi acaba?
Dediğim gibi bu kitap üzerine bu tartışmanın daha uzun yapılmasına değer. Ancak elbetteki her düşünce ve bizim de uğruna mücadele verdiğimiz sosyalizm de dahil eleştiri ve öneri ve tartışmaya da açık olmalıdır. Ancak eserde kadına biçilen rolün beklentilerinin ötesine geçen sistemin, kadını damızlık olarak görmesi gibi bir distopyanın sistemini bu atıfla benzeştirmesi üzerinde eleştirel düşünmeyi hak etmektedir.
Diğer taraftan bu sistemde yazarımızın, örgütlenmeye dair vurgusu ve Damızlık kızların da kaçışını organize eden, sisteme karşı harekete geçen isyan eden bir teşkilatın, örgütün varlığı daima mücadele edilesi olanın önemine vurgu yapıyor. Gilead ataerkil sistemine (rejim diye geçiyor) karşı Yeraltı Kadın Yolu gibi bir kadın örgütlenmesine işaret ederek Mayday adlı ve yarı askeri örgütü ve paralelde gözüken “Gözler” örgütü ve üyelerine dair vurgular bu sistemi yıkmanın yegâne yolunun mücadeleden geçtiğine dair vurgusu önemli geldi bana.
Diğer taraftan Damızlık kızların, onları eğiten-biat ettiren- uysallaştıran “Teyzeler”, aracılığı ile ayrıcalıklı üstün cinsiyet statüsü kazanması elbette ilişkinin üreme-çoğalma üzerinden ilerlemesine karşı her türlü “imkâna” rağmen yanlışı arama çabasının “sevginin-aşkın olmaması ile dillendirilmesi önemli başka bir ayrıntı. Mevcut sistemde her imkân var düşüncesi ile komutanın “yanlış nerede” sorusu da önemli.
Bir komutan ile damızlık kız arasında geçen diyalogda, sonsuz konfor ve mevcut yasakları rahatça delen komutanın mevcut cinselliğe dair arayışı sırasında “neyi eksik yapıyoruz” sorusuna ana karakterimizin sevgi cevabı ile karşılıklı istek-sevgi-aşk çerçevesindeki birlikteliğe atıf günümüz “aile” vb. tartışmaları açısından kayda değer bir noktada duruyor. Aile, cinsellik vs. tartışmalar açısından üzerinde durulası bir yerde bence.
Yine kitabın ikili cinsiyeti reddeden vurguları da diğer dikkat çekici bir yan taşıyor.
Mevcut sisteme isyan eden ve mücadele eden Yeraltı, Kadın Yolu, Damızlık kızların kurtuluşu için mücadelesi nasıl sonuçlanıyor ya da hayalini kurduğumuz ve mücadele edilen sistemler dahil tüm sistemlerin hepsinin kadınlara getirecekleri budur, düşüncesine karşı ne öneriliyor, bu kısmı boşlukta kalmış gibi.
Kadınlara biçilen doğurganlık – çoğalma – üreme – insan soyunu devam ettirme rolü, buna dair beklentisine karşı mücadele etmek. Evet ancak nereye evrilteceğiz, yerine ne koyacağız kısmı için sanırım yazar gibi düşünenlerle tartışmak gerekiyor. Ya da kurguladığımız veya mücadelesini verdiğimiz sosyalizm mücadelesinde kadınlar olarak nasıl daha güçlü bir mücadele hattı örebiliriz?
Bunlara her gün yanıtlar aramamız gerekiyor. Mevcut yanıtlarımızı güçlendiren sosyalist sistemdeki kadının konumunu güçlendiren mücadelemizin daha güçlü olması açısından da önemli. Ve tabi ki kadınların her gün daha fazla katledildiği, evlerine kapatılarak “kuluçka makinesine” dönüştürülmesine, katledilmesine, devletin “makbul kadın” profiline karşı mücadeleyi nasıl güçlendiririze dair yanıtlarımız için tartışma bir vesile olmalıdır.
Yazarımız Margaret Atwood’un distopyası, ataerkil sistem tarafından neredeyse dünyanın birçok gerici sistem adeta gerçek kılınmak isteniyor.
İyi okumalar.