
“Amerika’yı Yeniden Büyük Yap”ma (Make America Great Again-MAGA) vaadiyle ABD seçimlerini kazanan Donald Trump’ın temsil ettiği kliğin çıkarları doğrultusunda uygulamaya koyduğu politikalar, ekonomik alanda tam tersi etki yapmış görünmektedir.
ABD ekonomisinin yılın ilk çeyreğinde % 0.3 oranında küçüldüğünün açıklanması ve enflasyon oranındaki artış, emperyalist kapitalist sistemin merkez üslerinden biri olan ABD emperyalizminin krizinin derinleşerek sürdüğünü göstermektedir.
Bunun anlamı bir yanıyla D.Trump ve kliğinin başta işçi sınıfı, göçmen, kadın ve LGBTİ+lara toplamda halka yönelik faşist saldırganlığını daha da artırması diğer yandan diğer emperyalist kliklerle rekabette “ticaret savaşı”nı derinleştirerek sürdürmesidir. Kısaca, emperyalist kapitalist sistemin “merkez üs”lerinden biri olan ABD emperyalizmi, rakip emperyalist güçler karşısında gerilemeye devam etmektedir.
ABD emperyalizminin uluslararası pazarlarda hakimiyetinin gerilemesi ve “çok kutuplu dünya”nın ortaya çıkması, beraberinde ABD’nin yeniden mevzi kazanma hamlelerini getirmiş olsa da, uygulanan politikaların tam tersi bir etki yarattığı anlaşılmaktadır. Bu hem başta Çin olmak üzere rakip emperyalist güçlerin karşılıklı hamleleri hem de ABD kapitalizmin yapısal sorunları nedeniyle böyledir.
ABD ekonomisinin küçülmesi beraberinde başta ABD olmak üzere rakip emperyalist tekeller arası rekabetin daha da keskinleşmesine, pazarlar üzerindeki hakimiyet mücadelesinin sertleşmesine neden olacaktır. Bunun anlamı ise emperyalist paylaşım savaşı tehlikesinin giderek artmasıdır. Emperyalist tekeller arasında rekabetin yer yer bölgesel çatışmalarla ve vekalet savaşlarıyla sürdüğü günümüz konjonktüründe 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı tehlikesi, sadece D.Trump’ın ve kliğinin geleneksel burjuva politikalarına rahmet okutan sıra dışı açıklama ve tavırlarıyla değil, esas olarak emperyalist kapitalizmin krizi ve rekabetiyle ilgili olmasındandır.
Daha açık ifade etmek gerekirse, ABD ekonomisindeki küçülmenin tersine çevrilmesi için yeni savaşlar gerekecektir. Daha fazla pazar hakimiyeti, daha fazla silahlanma ve daha fazla rekabet emperyalistler arasında açıktan bir çatışmaya yol açma tehlikesini beraberinde getirmektedir.
Emperyalist kutuplar arasında rekabet sadece silahlanma ve “ticaret savaşı” ile sürmemektedir. Aynı zamanda dünya pazarlarına hakim olmak ve sömürmek için “ticaret yolu” rekabeti de söz konusudur. Örneğin Çin’in uzun bir süredir hayata geçirdiği “Bir Kuşak Bir Yol Projesi”ne karşı ABD’nin kısa bir süre önce “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomi Koridoru” (IMEC) önerdiği biliniyor. Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol Projesi”nin bir ayağı da “Çin-Pakistan İpek Yolu Projesi” (Gawar – CPEC) olarak şekillenmiştir.
Bu durum beraberinde, bölgenin iki gerici gücü olan Pakistan ve Hindistan’ın geçmişten gelen tarihi rekabetlerine yeni bir gerekçe sunmuştur. Bu anlamıyla ABD ve Çin emperyalistleri arasındaki rekabetin, son olarak Hindistan ve Pakistan arasında “Keşmir merkezli” yaşanan gerginlik, bölgesel bir savaşı ve dahası üçüncü emperyalist paylaşım savaşını tetikleme özelliğini taşımaktadır.
Geçtiğimiz hafta, Hindistan ile Pakistan arasında iki bölge gerici gücünü savaşın eşiğine getiren sürecin bir yanında ABD ve Çin arasında süregelen rekabetin payı vardır.
Emperyalistler arası rekabet, Orta Doğu’da da sürmektedir. Başta ABD olmak üzere batı emperyalizminin Orta Doğu’daki çıkarlarının bekçisi olan siyonist İsrail ile faşist TC devletinin Suriye’de karşılıklı restleşmeleri sürmektedir. İsrail, Suriye’nin farklı ulus, milliyet ve inançlardan yapısını kendi çıkarları açısından kullanmakta, Suriye’de işgal ve ilhak saldırılarını sürdürmektedir.
TC devleti ise tarihsel Kürt ve Alevi düşmanlığını, selefi cihatçılara verdiği destekle sürdürmekte, Alevi inancına yönelik halkın katledilmesine sessiz kalmaktadır. Buna rağmen Suriye’de Kürtler “birlik konferansı” toplayarak önemli bir başarıya imza atmışlardır.
Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler ve özellikle de ABD emperyalizmi ile İran arasındaki son dolaylı görüşmeler de göstermektedir ki, İran’a yönelik abluka, ambargo ve yıpratma politikası sürdürülecektir.
Orta Doğu’nun bir diğer gerici güçlerinden biri olan molla rejime yönelik batı emperyalizminin ve İsrail siyonizminin saldırganlığı başta TC olmak üzere bölgenin diğer gerici devletleri tarafından kendi yayılmacı ve ilhakçı politikalarını güçlendirmek için kullanılmaktadır.
Bölgesel ve oradan da topyekün bir emperyalist paylaşım savaşı olasılığı, bütün gerici güçleri buna uygun konumlanmaya ve dahası işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları açısından daha fazla yoksulluk, ölüm ve göç etme anlamına gelecek olan böylesi bir felaketi fırsata çevirmeye itmektedir.
Burjuvazi açısından önemli olan işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları değil, kâr ve pazarlardır. Bunu için bütün dünyayı yakmaya hazırdır.
Birleşik, kitlesel, devrimci ve “genç” 1 Mayıs!
Enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halkları bu koşullar içinde karşıladı, “birlik, mücadele ve dayanışma günü” olan 1 Mayıs’ı. Birçok ülkede işçi sınıfı ve halklar sokaklara çıkarak, meydanlara inerek kapitalist emperyalist sistemin kendilerine reva gördüğü çalışma ve yaşam koşullarını protesto etti. Kapitalist merkezlerde yüz binlerce insan, yaşam koşullarında yaşanan kötüleşmeye ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi karşı meydanlara çıktı. Emperyalist kapitalizmin yeni bir paylaşım savaşına hazırlıklarından biri olarak “aşırı sağ” adı altında faşizmi ve ırkçılığın önünü açan politikaları protesto edildi.
Emperyalizmin yarı sömürgesi olan Türkiye gibi ülkelerde kapitalizmin krizinin daha derin yaşanması; 1 Mayıs’ta yüz binlerce insanın alanlara çıkarak, meydanları doldurarak taleplerini dile getirmesiyle sonuçlandı.
Türkiye Kürdistanı’ndaki 1 Mayıs kutlamalarında özellikle sosyalizm vurguları önemliydi. Türkiye ve T.Kürdistan’ı 2025 1 Mayıs’ının kitlesel ve özellikle genç katılımlı geçtiği ifade edilebilir. Başta Ankara ve İzmir 1 Mayıs’ları olmak üzere gençlik kitlelerinin 1 Mayıs’a kitlesel katılımı, 19 Mart’la birlikte Türk hakim sınıf klikleri arasında sertleşen iktidar mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkmış görünmektedir.
19 Mart ve sonraki süreçte burjuva muhalefet, kitlelerin iktidara yönelik tepkilerini kendi arkasında ve düzen içinde tutmak için çabalamış, halk gençliği ve özellikle de öğrenci gençlik ise başta iktidarın barikatları olmak üzere, burjuva muhalefetin de dayattığı bu çizgiyi zorlamış ve aşmıştır. Ancak başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliğinin bu çıkışının devrimci bir önderlikten yoksun olduğu, kendiliğinden bir seyir izlediği unutulmamalıdır.
Nitekim 19 Mart sonrasında burjuva muhalefetin halk kitlelerin iktidara yönelik tepkisini başta mitingler olmak üzere imza kampanyası gibi araçlarla kendi arkasında yedeklediği, gençlik hareketinin ana gövdesinin de esas olarak yüzünün burjuva muhalefete dönük olduğu ifade edilebilir. 19 Mart ve sonrasında gelişen kitle hareketini doğru değerlendirmemek, hareketin ana gücü olan öğrenci gençliğin yüzünün devrimcilere değil esas olarak burjuva muhalefet partisi faşist CHP’ye dönük olduğu gerçeğini ıskalamak demektir.
1 Mayıs süreci özellikle de İstanbul 1 Mayıs’ının bu açıdan değerlendirilmesi önemlidir.
Bu gerçeklik doğru değerlendirilemediği için özellikle İstanbul 1 Mayıs’ında parçalı bir tablo yaşanmıştır. “Resmi” olarak, Türk-İş’in Kartal’daki mitingine 30 bin kişi, DİSK’in Kadıköy’deki mitingine 35 bin kişinin katıldığı açıklanmıştır. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenler ise yoğun ve yaygın bir faşist teröre maruz kalmıştır.
Hatta faşizm, 1 Mayıs öncesinde de örneği Nazi hukukunda olan “önleyici gözaltı” saldırısı gerçekleştirerek yüze yakın devrimciye yönelik tutuklama gerçekleştirerek 1 Mayıs’ın devrimci temelde kutlanmasının önüne geçmek istemiştir.
Bununla birlikte 1 Mayıs öncesi tutuklama saldırısının “yer tartışması” nedeniyle yaşandığını propaganda etmek, TC faşizmini sınıfsal özünü, devrimci hareketin nesnel durumunu ve kitle hareketinin içinde bulunduğu durumu doğru analiz etmemekle ilgilidir. Faşizm açısından elbette Taksim’i başta 1 Mayıs olmak üzere kitlelere kapatmak önemlidir.
Bu nedenle Taksim çağrısı yapanlar gözaltına alınmıştır. Ancak Taksim çağrısı yapmayanlar da gözaltına alınmıştır. Bu durum faşizm açısından daha da önemli ve belirleyici olanın, “her yerin Taksim” haline getirilmesinin, diğer bir ifadeyle birleşik, kitlesel ve devrimci bir 1 Mayıs’ın kutlanmasının önlenmesi olarak değerlendirilmelidir.
Bu gerçeklik doğru analiz edilmediği içindir ki sadece Taksim’de ısrar etmek demek “en devrimci tutum” olarak propaganda edilmiştir.
Devrimciler açısından devrimci sorumluluktan ve politik ciddiyetten yoksun bir “yer” tartışması, 1 Mayıs’ı alan tartışmalarına boğmakta ve gerçek anlamından uzaklaştırılmasına neden olmaktadır. Elbette bu türden yaklaşımlar, devrimci hareket açısından ilk değildir, son da olmayacaktır. Ancak 1 Mayıs’ın sadece Taksim’le sınırlandırılması propagandasına katılmak mümkün değildir.
Bu hem bilimsel değildir hem de işçi sınıfının ve devrimci hareketin somut örgütlülük durumunu göz ardı etmek, kendi öznelliğimizi kitlelerin nesnel gerçekliğinin yerine ikame etmemiz demektir.
Kitle hareketinin özellikle öğrenci gençliğin Taksim gibi ileri taleplerinin karşılığının hakkıyla verilebilmesi, devrimcilerin sendikalar, meslek odalarının içindeki etkinliği ile mümkün olabilir. Ki somut olarak bu örgütlenmelerde -kimi tekil örnekler dışında-, devrimci hareketin hiçbir kurumu neredeyse bulunmamaktadır.
Bu anlamda kitle hareketi ve özellikle öğrenci gençlik bir adım ileri çıkmıştır ancak bu çıkış da devrimci-ilerici güçlerin politik düzleminden uzakta bir konumlanıştadır. Bu kitleyle, Saraçhane’de ve daha sonra hapishane sürecinde kısmi de olsa bir temas kurulmuştur. Devrimcilerin görevi bu teması artırmak, ilişkilenmek ve onlarla yürüyerek örgütlemektir.
Saraçhane ve ardından hapishane sürecinde tutsak gençlerle kurulan ilişkilenmede ortaya çıkan gerçek, bu genç kitlelerin bırakalım devrimcileri tanımasını, devlet gerçekliğine dair en ufak bir tecrübelerinin olmaması, faşizmi ise yeni tecrübe etmeleridir. Gerek Marmara Hapishanesi izlenimleri ve gerekse de 19 Mart ve sonrasında kitle hareketinin değerlendirilmesi yayınlanmıştır. Bu değerlendirmeler okunabilir.
1 Mayıs süreci öncesinde kitle hareketinin ileri kesimleri ve özellikle de öğrenci gençlik Taksim hedefini dile getirmiş olmakla birlikte, gençlik hareketinin kendi içinde de bu hedef konusunda tam bir netlik sağlayamadığı da gözden kaçırılmamalıdır.
18 Mayıs’ın kararı: Nerede bir direniş ve mücadele varsa orada!
19 Mart ve sonrasında gelişen kitle hareketinin devrimci hareketin nesnel durumu ve özellikle de kitlelerle ilişkisinin son derece gerilemiş olması nedeniyle burjuva muhalefetin arkasına yedeklenmiş olduğunun farkında olunmalıdır. Gençlik hareketinin ana gövdesi, yer yer düzen dışı çıkışları olmakla birlikte, devrimci hareketten kopuktur.
Dolayısıyla genel olarak kitlelerle ilişkilenme örgütlenme faaliyetini; gençlik hareketi içinde de -başta meclisler olmak üzere kitle örgütleri içinde-, çalışmayı ısrarla sürdürmek gerekir. Öğrenci gençlik hareketi içinde devrimcilerin giderek sokağa çıkan ileri öğrencilerden kopma ve marjinalleşme durumu söz konusu olduğu gerçeğinden hareket ederek, hareketin kimi “yanlış kararlarını” eleştirmek ancak pratikte hareketten kopmamak önemlidir.
Önümüzdeki süreç aynı zamanda komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın Amed’de katledilişinin 52. yıldönümüdür. Kaypakkaya’nın gelişimi ve komünist bir önder olarak ortaya çıkışı döneminin sınıf mücadeleleri ve toplumsal pratiğinden bağımsız değildir.
Kaypakkaya yoldaş, kısacık mücadele yaşamında nerede bir direniş ve mücadele varsa orada olmuş, kitlelerin mücadelesinden öğrenmiş, kitlelerin sınıf mücadelesinden ve pratikten edindiği bilgileri MLM bilimiyle sentezleyerek tezlerini ileriye sürmüştür.
İbrahim Kaypakkaya yoldaşı 18 Mayıs 1973’te fiziken katlederek onun komünist fikirlerini engellemek isteyenler, yarım asırdır coğrafyamızda nerede bir direniş ve mücadele varsa İbrahim Kaypakkaya’nın orada olmasını engelleyememiştir. Kaypakkaya yoldaş kitlelerin demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde yaşamaya ve savaşmaya devam ediyor.
18 Mayıs İbrahim Kaypakkaya yoldaşı, bu toprakların genç komünist önderini kitlelere daha fazla tanıştırmanın vesilesi olmalıdır.