
Tarihsel deneyimleri ile 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, sınıfın öncü rollünü bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
15-16 Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfı tarihine kazınan en büyük direnişlerden biridir. Bu iki günlük büyük işçi kalkışması, sadece sendikal hakların savunulması değil, aynı zamanda işçi sınıfının politik bir özne olarak ortaya çıkışının da simgesidir. Direnişin 55. yılında, bu tarihsel olayın nedenlerini, gelişimini ve bugüne taşıdığı mücadele mirasını yeniden değerlendirmek önemlidir.
1960’ların sonları hem dünyada hem Türkiye’de işçi, gençlik ve öğrenci hareketlerinin yükseldiği bir dönemdi. Dünya genelinde Fransa 1968 olayları, Çin’de Büyük Proleter Kültür Devrimi, Vietnam’ın emperyalist işgale karşı direniş; Türkiye’de ise anti-emperyalist gençlik eylemleri, üniversite boykotları ve köylülerin toprak işgalleri, toplumsal dönüşüm arayışının ifadesi oldu.
Bu atmosferde, Türkiye’de işçi sınıfının büyüyen örgütlü gücü, iktidarın dikkatini çekmeye başladı. Hükümet, özellikle DİSK’in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), yükselen etkisini kırmak için sendikal özgürlüğü kısıtlayan bir yasa değişikliği hazırladı. Bu girişim, işçi sınıfı tarafından kölelik düzenine geri dönüş olarak algılandı ve büyük bir tepkiye yol açtı.
DİSK hükümetle yapılan görüşmelerden sonuç alamayınca, 14 Haziran 1970’te grev kararı aldı. 15 Haziran’da başlayan direniş, başta Tuzla Tersanesi olmak üzere, 115 işyerinde yaklaşık 75 bin işçinin katılımıyla ülke tarihinin en büyük grevlerinden birine dönüştü.
İstanbul, Gebze ve İzmit başta olmak üzere sanayi bölgelerinde binlerce işçi, iş bıraktı. Kartal-Gebze hattında otoyollar, tren yolları kapatıldı; üretime devam eden fabrikalar işgal edilerek diğer işçiler de direnişe katıldı. Dayanışma ruhunun en somut örneği, fabrikalar arasında kurulan birliklerle ortaya çıktı.
TC devleti, bu büyük direnişi bastırmak için güvenlik güçlerini harekete geçirdi. Tanklar, tüfekler, barikatlar kullanıldı. Levent, Kadıköy ve Haliç Köprüsü başta olmak üzere, birçok noktada polisle çatışmalar yaşandı. Bu süreçte Abdurrahman Bozkurt, Yaşar Yıldırım ve Mustafa Baylan adlı işçiler devlet güçleri tarafından katledildi, onlarca işçi ise yaralandı.
Dönemin iktidarı, Süleyman Demirel hükümeti, direnişi bastırmak amacıyla üç aylık sıkıyönetim ilan etti. Binlerce işçi işten çıkarıldı, yüzlerce kişi tutuklandı, onlarcası işkence gördü. Ancak bu baskılar, işçilerin direniş kararlılığını kıramadı. Yasanın Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasıyla birlikte, 9 Şubat 1972 tarihinde grev ve sendika özgürlüklerini kısıtlayan yasa iptal edildi. Bu doğrudan işçi sınıfının öncü rolü ve mücadelesiyle, sendikal haklarda elde edilen tarihsel bir kazanım oldu. Bu tarihsel kazanımlar ve pratik günümüzün sınıf mücadelesine önemli dersler sunmaktadır. Bu bakımdan, öncelikli olarak işçi sınıfı içinde çalışmak ve sınıfın örgütlü ve öncü gücünü açığa çıkarmak belirleyici önemdedir.
Bu anlamda, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin, günümüz açısından, işçi sınıfının öncü rolü ve örgütlü mücadelesinden çıkarılması gereken derslerle doludur.
Türkiye işçi sınıfının silkinişi
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi işçi sınıfının örgütlü gücünün tarih sahnesine çıkışı ve direnişi olarak; işçi sınıfının sadece ekonomik değil, politik bir özne olarak ortaya çıkışını kanıtlamıştır. Doğru ve tutarlı sendikal çalışma altında, örgütlenen işçilerin mücadelesi ve direnişinin; örgütlü mücadelesinin önemini bir kez daha ortaya çıkardı. Tarihsel olarak, sınıf bilincinin yükselişi yalnızca ücret artışı değil; özgür örgütlenme, sendikal haklar ve demokratik bir şekilde üretime katılmak için, emekçiler üretimden gelen gücünü kullanarak, mücadele ettiler. Ve ağır bedeller ödenerek, birçok hak kazandılar.
Bu gerçeklik, devlet mekanizmasına ve siyasal iktidara karşı direnişin yönelmesi ile işçi sınıfının toplumsal süreçlere doğrudan müdahalesini sağlamıştır. Bu durum, işçi sınıfının yalnızca üretici bir güç değil, aynı zamanda siyasal bir aktör olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Yine üretici güçler arasındaki sınıf dayanışması ile İstanbul’un sanayi bölgelerindeki binlerce işçinin koordineli biçimde hareket etmesi, direnişin gücünü artırmış; dayanışmanın en üst düzeyde yaşandığı bir örnek pratik haline gelmiştir. Yaşanan bu tarihsel gelişme, kazanıma dönüşmüş ve direniş sonrası yasa iptal edilmiş, işçi sınıfının öncü gücü ve rolü bir kez daha ispatlanmıştır. Bu kazanım, sonraki yıllardaki sendikal mücadeleleri ve sınıf bilincini doğrudan geliştirmiş ve etkilemiştir.
Sonuç olarak; 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, yalnızca geçmişte kalmış bir tarih değil, bugüne ve geleceğe ışık tutan ve ders çıkarılması gereken önemli bir mücadele mirasıdır. İşçi sınıfı, yalnızca ekonomik değil, toplumsal dönüşümlerin de motor gücü olmuştur. Marx ve Engels’in belirttiği gibi, “sosyalizmin inşası işçi sınıfının örgütlü ve bilinçli öncülüğü olmadan mümkün değildir.”
Bugün içinde bulunduğumuz kriz koşullarında, çürüyen kapitalist-emperyalist sistemin alternatifi; yine işçi sınıfının kolektif ve öncü rollü ile kazanılacak devrim ve sosyalizmdir. Bu anlamda, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, Türkiye işçi sınıfının tarih sahnesine örgütlü ve politik bir güç olarak çıkışını kanıtlamıştır. Bu direniş, yalnızca bir hak arayışı değil, bir tarihsel dönüşümdür. Direnişin ruhu, bugün de mücadele eden işçilerin yolunu aydınlatıyor. Gerçek toplumsal değişimler, işçi sınıfının devrimci öncülüğü ve rolü olmadan gerçekleşmeyecektir.
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ni yaratan bir işçi sınıfı gerçekliği aynı zamanda Türkiye’de demokrasiyi de gerçek anlamda inşa edebilir. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’ni yaratan ve o tarihten günümüze sayısız direniş ve eylemle zengin bir mücadele mirası ortaya koyan Türkiye ve Türkiye Kürdistanı işçi sınıfı sosyalizmi gerçekleştirebilir.