GüncelKadınMakaleler

YORUM | Bir Kez Daha Öğretici Bir Eylem: Şerife’nin Özsavunması

"Tacizci, tecavüzcü, fiziksel şiddet uygulayan erkek ifşa edildiğinde erkek lehine erkek yargısı devrededir."

Özsavunma, yıllardır bir biçimde kadınların uyguladığı bir hayatta kalma refleksi olarak gündemimize giriyor. Şerife, kendisini ve ailesini defalarca kez öldürmekle tehdit eden evli olduğu erkeği imha etti. Bunun ardından ise polisi arayarak bu erkeği bıçakladığını söyledi. Şerife’yi bu haklı eyleminden önce tanımıyorduk. İç Anadolu’nun muhafazakarlığı ile ünlü bir kentinde yaşayan milyonlarca kadından birisiydi. Yıllarca erkek şiddetine maruz kaldıktan sonra, bıçak kemiğe dayanınca “Artık yeter” dedi. Şerife, bu eyleminden sonra tutuklu yargılanmak üzere polis ekiplerince gözaltına alındı. Şerife’yi gözaltına alan polislerden birisi dramatik biçimde Şerife’ye benziyordu. Oysa Şerife ile benzerliğinin aksine o, kendisine de şiddet uygulayan ve belki bir gün kendisinin canını da alacak olan ataerkil sistemin örgütlü gücü olan devletin kolluğu olmayı seçmişti. Bu fotoğrafta Şerife’nin başı önündeydi -yıllarca kendisine kutsallığı öğretilen erkeği öldürmüştü- bu nedenle belki de kameralara bakmıyordu. Oysa özsavunma eyleminden sonra gözlerimizin içine bakan fotoğraflarıyla hafızamıza kazınan Nevin kadar meşrudur Şerife’nin eylemi de. Belki de henüz haklılığına dair bile düşünemeden arkasında bıraktığı çocuklarını düşünmekteydi bu fotoğraf çekildiği sırada Şerife. Ne de olsa bir kadın olarak kendisinden önce o kutsal ailesini düşünmek zorundaydı.

“Yıkayınca çıkmıyor, Nevin size bakıyor”

Ataerkil ve heteroseksist sistem, kadınları ve LGBTİ+ları çoklu mekanizmalar ile donatmış, birden fazla mevziden kazanılmış haklarına saldırmaya devam etmektedir. En doğal hak olan özsavunma hakkına da elbette…

Özsavunmanın tarihi, canlıların tarihi kadar eskidir. Ancak Türkiye ve T.Kürdistanı’nda çok ses getiren bir eylem olarak Nevin Yıldırım’ın, kendisine silah zoruyla sürekli tecavüz eden bir erkeği imha edip kafasını köy kahvesine fırlatması akıllardadır. Elbette kadınların tek tek veya örgütlü olarak özsavunma eylemleri bunun öncesinden de olmuştur. Bu yazının amacı özsavunmaları kıyaslamak ve içlerinden “daha nitelikli” olanı seçmek değildir. Mor iğne eylemlerinden tutalım da fabrika önlerini grev alanlarına çeviren kadınlara, kampüslerden dağlara zorlu patikaları adımlayanlara kadar milyarca örneği var özsavunma eylemlerinin. Elbette kadınların ve LGBTİ+ların her özsavunma eylemi, hak talebi ve hatta birbirleriyle sistemin sömürüsünü konuşmaları dahi taciz, tehdit ve tutuklamalarla cezalandırılıyor devlet tarafından.

Devletin yargısı, kadınların ve LGBTİ+ların bırakalım bir erkeğe had bildirmesini, buradayım demesine karşı bile her türlü manipülasyonu kullanıyor. Had bildirmenin ancak heteroseksüel na-trans erkeğin tekelinde ve öldürme eylemi de yalnızca onun tarafından ve ancak büyük bir “haksız tahrik” içinde gerçekleşebiliyor onların oyununda. Ataerki ve heteroseksizm yalnızca iktidar birer ideoloji değil, aynı zamanda bugüne kadarki tecrübelerin de sahibi olarak ustaca donanmış manipülatör birer dünya görüşüdürler. Bu anlamıyla dönem dönem ırkçılığın, göçmen düşmanlığının, mizojininin, homo/bi/transfobinin, intersekslere yönelik nefretin ve bilumum küçük burjuva düşünme tarzının bizzat bu kitleler içerisinde nasıl köpürtüldüğünü en iyi bugünlerde tecrübe ediyoruz.

Kadın ve LGBTİ+ katillerinin korunduğu, düşmanlarının ödüllendirildiği bir sistem komprador burjuvazinin bel kemiğini dik tutmaktadır. Zira erkeğin korunması, mevcut ataerkil ve heteroseksist sistemin korunmasıdır. Bu nedenle de hiçbir yazılı kaynakta belirlenmemiş olsa da kendi toplumsal örüntüleri içinde bir mutabakat söz konusudur.

TC devleti manipülasyon anlamında oldukça köklü bir geçmişe sahip elbette. Bunu bugünlerde en iyi biçimde Kürt meselesine yaklaşımında görüyoruz. Bir taraftan bilmem kaçıncı kez oturmak zorunda olduğu masa dururken diğer taraftan tutuklamalar, kayyumlar, askeri operasyonlar ile Kürt hareketini çöktürme planını uygulamaya devam ediyor. Ulusal hakları için direnen Kürtleri yok edemeyince çöktürmeye karar kılan devlet, 2002’den beri makul Kürdün yaratılması için neler yapmadı ki?! Tabi, bu planı uygularken sac ayaklarından (ataerki ve heteroseksizm) destek alması zorunluydu.

Devletin çöktürme planına paralel gelişen ataerkil ve heteroseksist saldırının çöktürme planı da esasta kadınları “makul” seviyeye çekmektir. LGBTİ+lara yönelik saldırılar eşcinsel, biseksüel, trans ve interseks kadınların varlığına direkt saldırıdır. “Lezmiyen, mezbiyen yok öyle bir şey” diyen Erdoğan, TC devletinin sözcüsü olarak TC’nin kuruluş kodlarını topluma hatırlatmış ve “kodlarımızla oynatmayız” demek istemiştir. Yine kadın cinsiyle özdeşleştirilen “feminenlik” bir erkeğin performe etmesi halinde suç unsuru haline getirilmeye çalışılmaktadır. Oysa feminenlik ve maskülenlik tarihin her çağında ve her coğrafyada farklı biçimler alan toplumsal cinsiyet rollerinin ikili cinsiyete indirgenerek ifade edilme biçimleridir. Cinsel yönelim (heteroseksüellik, eşcinsellik, biseksüellik vb.) ve cinsiyet kimliği (kadın, erkek, trans, interseks vb.) toplumsal cinsiyet rolleriyle belirlenemez. Zira bu rollere uyuyormuş gibi görünen ve ancak ikili cinsiyet sistemine hapsedilemeyen milyarca insan yeryüzünde yaşamaktadır. Bu elbette, TC devleti ve onun bugünkü sözcüsü Erdoğan iktidarı tarafından da bilinmektedir. Ancak her şeyin belirli sınırlar içerisinde kontrol altında tutulabilmesinin tek yolu da kitleler üzerinde burjuvazinin örgütlü şiddetidir. Bu anlamıyla muktedirler de bilmektedir ki, LGBTİ+lar yokedilemezler velakin “zıvanadan çıkmış” bu topluluğun örgütlü güçleri dağıtılmalı, “zararsız” hale getirilmelidir(!)

Tacizci, tecavüzcü, fiziksel şiddet uygulayan erkek ifşa edildiğinde erkek lehine erkek yargısı devrededir. Psikolojik şiddetin farklı biçimleri (gosthing, mobbing, gaslihting, erbilmişlik…) teşhir edildiğinde erkek lehine erkek yargısı işler. Egemen yargı egemenlerin yargısıdır kısacası… Özsavunma eylemine geçen, haklarını almaya yeltenen herkes “kontrol altına alınmalıdır”.

Nevin, Çilem, Şerife, Semra, Yasemin, Demet, ağızlarında jilet taşıyan translar, sosyal medyada ifşa eylemine girişen kadınlar, Sur’da direnen kadınlar, fabrikaları, kampüsleri ve tarlaları özsavunmanın merkezi haline dönüştüren kadınlar bunların başında gelmektedirler.

“Azrail evde canımı alacak gibi bekliyordu!”

Çilem, can havli ile giriştiği özsavunma eylemini savunurken böyle diyordu. Onun gördüğü elbette ataerkinin en vahşi yüzlerinden birisiydi. Şerife ise bıçağa son anda bir can havliyle sarıldı. Özsavunma elbette bir hayatta kalma eylemi olarak gündemimizde. Ancak örgütlü bir bilince dönüşmediği sürece tekil eylemler olarak kalmaya ve cezalandırılmaya da devam edecek. Zira kendilerini taciz eden erkekler hakettikleri cezaları almadıkları için bunu sosyal medyada bir ifşa eylemine dönüştüren kadınların uğradıkları artçı tacizler birer mıh gibi akıllarımızda. Bizler örgütlülüklerimizi yaşamın merkezi yapalım ki, son anda can havliyle bir şeylere sarılmak zorunda kalmayalım.

Yine yaşamlarımızda somut biçimde görülmektedir ki, içinden geçtiğimiz süreçte bir taraftan emperyalist ve gerici saldırganlık artarken bunun doğal bir sonucu olarak ise ataerkinin ve heteroseksizmin boyutu katmerlenmektedir. Kitleler üzerinde yükselen ideolojik bombardıman devrimci hareketleri de etkilemektedir. Revizyonizm ve/veya reformizm batağına doğru sürüklenirken ataerki ve heteroseksizmin mevcut kuvveti dolayısıyla ilk kurban edilenler bizlerin kazanmış olduğu haklar ve ilerlemeler oluyor. Bunun karşısında kurulan, kurulmak istenen anti-emperyalist ya da anti-faşist birlik/cephe tartışmalarının konusu bile olmuyor ataerki ve heteroseksizm. Oysa ABD’den Çin’e Rusya’dan BAE’ne ataerki ve heteroseksizm küreselleşmiş birer düşman ideolojisidirler.

Özgün örgütlenmelerimiz, özgün yayınlarımız kendimizi emperyalizmin, kapitalizmin, faşizmin, milliyetçiliğin, ataerkinin, heteroseksizmin ve her türden gericiliğin ideolojik-politik-örgütsel ve askeri saldırılarına karşı eğitip donatma ve yaralarımızı sararak birbirimize daha sıkı sarılma alanları olarak oldukça önemli bir yerde durmaktaydı. Ancak özsavunmamızın önemli birer parçası olan bu türden örgütlülüklerin tedavülden kalkması, zayıflaması, daha geri planlarda kalması ya da en iyi ihtimalle marjinalleşerek daralması bizlerin tek tek güçsüzleştiğinden çok örgütlü bir güç olma bilincinden uzaklaştığımızı da ortaya koymaktadır. Zira tarih kahraman kadınların ve LGBTİ+ların hikayeleri ile doludur. Oysa tarihin akışını değiştirecek olan gerçek kahramanlar kitlelerdir. Öyleyse kadın ve LGBTİ+ kitlelerin etkili bir silaha ihtiyacı bulunmaktadır. Özsavunmanın bel kemiği olarak bu türden örgütlenme araçlarımızın hak ettiği değeri yeniden bulması için kollarımızı sıvamamız bir zorunluluktur. Zira ne bahsi geçen anti-emperyalist birliklerin/cephelerin ne de faşizme karşı kurulması arzulanan anti-faşist birliklerin gündeminde kadınlar ve LGBTİ+ların yer almadığına yukarıda da değinildi. Bu durumda, emperyalizme ve faşizme karşı savaşın özneleri olarak özsavunma için kendi özgün örgütlülüklerimize daha fazla emek harcamak zorunluluğu önümüzde hayati bir görev olarak durmaktadır.

 

8 Mart’a giderken özsavunmayı, örgütlü güce dönüştürme cüretini göstermek

8 Mart’a doğru giderken, Şerife’nin özsavunma eyleminden sonra bir kez daha erkek adalete karşı gerçek adalet talebiyle elbette sokaklara döküleceğiz. Bizi tek tek bireyler olarak ayırıp savunmasız hale getirmeye çalışanlara inat örgütlülüğümüzü büyüteceğiz. Bunu yapabiliriz ve yapmalıyız. Çünkü şimdi ataerkinin (ve dolayısıyla her türlü sömürücülüğün ve gericiliğin) bekçileri, ataerkil yargının her bir üyesi bir nefer gibi hareket edecek, etmeyenler de bunun için zorlanacaktır.

Bunun en yakın örneğini HDK kapsamında başlattıkları saldırılarda kadın ve LGBTİ+ mücadelesinin aktif öznelerinin de tutuklanmasında gördük. Translarla yapılan röportajlardan kadınlarla yapılan telefon görüşmelerine ataerkil heteroseksist düzeni ifşa eden her şey “terör eylemi” ve/veya “suç unsuru” sayıldı.

Eşit işe eşit ücret talebi ile anadilinde eğitim talebini birleştiren, insanca bir yaşam ile onurlu bir barış düşünü büyüten, vardık, varız, varolacağız diyerek zılgıtlarla ve zırıllıkla özgürlüğe yürüyenlerin düşmanı olan bu devlete karşı Şerife’nin eylemi sahiplenilmeli ve büyütülmeli elbette. Bunun bir adımı olarak da yaşamın doğal içgüdüsünü bilinçli bir iradeye dönüştürmek için özsavunmayla 8 Mart’ta alanlara çıkacak kadın ve LGBTİ+ kitleler.

Faşist TC devleti, bu yılı “Aile Yılı” ilan etse de bizler özel alan olarak tanımlanan ailenin ataerkil ve heteroseksist tahakkümün korunaklı hücresi olduğu bilinciyle; içeride de, dışarıda da hücreleri parçalayacağız. Çünkü son özsavunma eyleminde de gördüğümüz gibi, sıra bana ne zaman gelecek korkusuyla değil örgütlenmenin kudretiyle sokakları direniş alanına çevirmenin sözüdür Şerife’nin eylemi.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu