
Bir takvim yaprağı değil artık. Bizim için bir yas, bir yemin, bir hücum vakti.
Sıcaklığın arttığı bu ay, bizim coğrafyamızda hep soğuk kalır. Çünkü toprağa düşenler Haziran’ı hiç terk etmedi. Çünkü biz Haziran’da yalnız ölülerimizi değil, kendimizi de toprağa veririz, yeniden doğmak için.
İbrahim Kaypakkaya’nın bedenini parçalamaya çalışanlar, fikirlerini un ufak edemedi.
Enver Gökçe’nin mezarına suskunlukla gidilir ama dizelerinde haykırış eksik olmaz.
Orhan Yılmazkaya Bostancı’da yalnız değildi, bizler hâlâ onun ardında yürürüz.
Hasan Hüseyin’in “Haziran’da Ölmek Zor” diye başlayan dizesi, artık bir slogan değil, yaşanmış bir tarih; silinmez bir izdir.
Kalemini silah gibi kullandı; halkın şiirini, işçinin türküsünü yazdı.
Nazım, yalnızca bir şair değil; bir kavga çağrısıydı.
Ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamak için
Nazım olmak yetmez.
O şiiri yaşamak gerekir.”
Çünkü düşman onun ölümünü bile halktan gizledi.
Çünkü biz, “yoldaşlarımızın kanının hesabını zamanı geldiğinde sorarız” diyenlerdeniz.
O, Mustafa Suphi’den miras alınan Marksizm’i, bu topraklara yeniden doğurdu.
Milliyetçiliğin üstüne yürüdü. Kemalizm’in maskesini yırttı.
İşkence hanelerde bedeni lime lime edildi ama ifadesi alınamadı.
Çünkü fikir, bedenle değil; bilinçle yaşar.
Ama Enver Gökçe’nin mısraları hâlâ susmaz.
“Eğin Türküsü” diye ağladığı, “Dost düşmanı tanımak için” diye yazdığı her şiir,
bir halkın hem hafızası hem haysiyetidir.
Çünkü bazen tek bir kelime, bin silahtan daha güçlüdür.
Bostancı’da polis kuşatmasında düştü.
Ama Orhan yalnız bir savaşçı değildi.
O, kent gerillasının teorisini yeniden yazan, şehirde yürekle dövüşenin adıdır.
Devrim için silah tutan ellerin yalnızca dağda değil, kentte de halkın yanında olduğunu gösterdi.
Ama fikir etkisiz hale gelmez.
Mezarına bile gitmek yasakken, biz onun gözlerine yemin ettik.
Bir laneti, bir gerçeği, bir mirası yazdı.
Yalnızca Denizleri anmak değildi onun amacı.
Haziran’a sinmiş bütün kayıpların, bütün cellâtların, bütün yoldaşların adlarını
tek bir mısraya kazımaktı.
Ama onun yazdığı her dize, artık yalnız şiir değil, birer siyasi bildiridir.
Hatırlamak zorunluluğudur.”
Haziran, 2013’te yeniden tarihe kazındı.
Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de, Lice’de, Antakya’da…
Bir milleti sokağa döken öfke, yalnızca ağaç değildi.
Birikmiş adaletsizlikler, polis copu, yasaklar, sömürü, cinayetlerdi.
Haziran bir daha yandı.
Ve bu sefer, adını Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş olarak yazdı.
Bu Haziran’da devrimciler yalnızca çatışmadı, bir halkla birleşti.
Bu Haziran’da bayrak yalnızca taşı taşımadı,
umut oldu, öfke oldu, haykırış oldu.
Gezi’nin Haziran’ı, devrimci hafızaya düşen yeni bir sayfadır.
O sayfa açıldığında, orada devlet değil;
direniş yazar, halk yazar, gelecek yazar.
“Korkunun ayı sandılar. Direnişin ayı olduğunu gösterdik.”
HAZİRAN’IN ANLAMI: BİR MEZARLIK DEĞİL, BİR CEPHEDİR
Haziran’da ölenler yalnızca hatırlanmaz.
Haziran’da savaş başlar.
Bu ay, devrimciler için yas değil, hesaplaşma ayıdır.
Diz çökenlerin değil, ayağa kalkanların takvimindedir.
Bizler Haziran’da;
- Şiiri silah yaparız,
- Mezarı mevzi,
-
Anıyı emir kılavuzu.
Haziran, bir halkın alnındaki terdir,
Bir çocuğun gözündeki öfkedir,
Bir annenin evlat acısıyla bile eğilmeyişidir.
Haziran’ı, unutmayız. Çünkü affetmeyiz.
“Kayıp verdik. Çok verdik. Ama çok büyüdük.”
HAZİRAN’DA DOĞMAK ZOR
Biz Haziran’da ölmekten değil,
Haziran gibi yaşayamamaktan korkarız.
O yüzden, biz Haziran’ı mezarlık olarak değil,
cephe hattı olarak görürüz.
Bu coğrafyada, bu sınıflı toplumda,
adalet talebini sesli söylemek bile ölüm sebebiyse,
biz susmayacağız.
Çünkü Nazım sustuğumuzda değil,
konuştuğumuzda yaşar.
Çünkü Kaypakkaya unuttuğumuzda değil,
yürüdüğümüzde diridir.
Çünkü Orhan’ın silahı düştü ama
onun kurşunu bizde, hâlâ namludadır.
“Yoldaşlar!
Bu Haziran’da bir mezara değil,
Bir isyana çelenk bırakacağız.
Toprağa düşenleri saygıyla değil,
Hesap sorarak anacağız.
Ve bileceğiz ki,
Haziran’da ölmek zorsa,
Yaşamak devrimle mümkündür.”
HAZİRAN’DA ÖLENLER DEĞİL YAŞAYANLAR SORGULANMALIDIR
Bu topraklarda kimilerinin ölümü, haber bile olmaz.
Çünkü onların ismi, düzenin ekranlarına sığmaz.
Ama biz o isimleri duvarlara, yüreklere,
mücadelenin tam ortasına kazırız.
“Haziran, ölenlerin değil, yaşayanların sınavıdır.”
HAZİRAN, ULUSLARI AŞAN BİR DİRENİŞTİR
Haziran yalnız Türkiye’ye ait değildir.
Latin Amerika’da Che’nin günlüğü Haziran’da karalanmıştır.
Filistin’de bir çocuğun elindeki taş, Haziran güneşinde parlamıştır.
Bosna’da soykırım başlamadan önce,
sokaklarda Haziran çığlığı yükselmiştir.
Haziran bir mevsim değil,
ezilenlerin takviminde devrim ayıdır.
Onun içinde
- Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes yoktur.
- Sınıf vardır.
- Direniş vardır.
- Ezilenin kimliksizleşmiş isyanı vardır.
Biz Haziran’da kardeşleşenlerin,
dilini unutmuş ama yüreğini haykırmışların izindeyiz.
DEVRİMCİNİN MEVSİMİ YOKTUR AMA HAZİRAN’IN YERİ BAŞKADIR
Devrimcinin mevsimi olmaz.
Ama Haziran, bir ömür boyu hafızada taşınır.
Çünkü Haziran, düşmanın en güçlü olduğu anda,
en zayıf olduğunun kanıtıdır.
Karanlıkta parlayan yıldızın
geceyi deldiği andır Haziran.
İbrahim’in ısrarıdır.
Mazlum’un göz bağına rağmen başı dik duruşudur.
Deniz’in darağacına yürürken gülümseyişidir.
Ali İsmail’in son nefeste attığı adımdır.
“Mevsim sorulmaz devrimciye, ama Haziran sorulduğunda gözleri parlar.”
HAZİRAN MANİFESTOSU
Biz Haziran’a saygı değil, sadakat duyarız.
Bu sadakat yalnızca anma ile değil,
devrimci örgütlenme ile taçlanır.
Haziran’da;
- Affetmeyiz: Çünkü bağışlanan katil, yeniden gelir.
- Durmayız: Çünkü duranlar hep mezar taşına dönüşür.
“Her Haziran yeni bir devrim provasına dönüşmelidir.
Çünkü bu topraklarda her Haziran,
faşizmin en çok korktuğu aydır.”