
Öncelikle yapay zeka ya da AI denilen şey kabaca nedir? Yapay zeka, bilgiyi işleyebilen ve biçimsel de olsa insanın düşünüş şeklini taklit edebilen teknoloji bütününü tanımlamaktadır. Yapay zeka modellerinin eğitimi için gerekli verilere erişimin artması, hem işlemci teknolojilerinin hem de yapay zekanın son yıllarda çok hızlı gelişmesini sağlamıştır.
Yapay zekanın kitlelere yeni çağın velinimeti olarak sunulması, geleceğin temelini atan bir mihenk taşı gibi adlandırılması boşuna değildir. Gerçekten de gün geçtikçe gelişen nano teknolojiyle insanlığın tümü için kolaylık ve refah söz konusu olabilir. Ancak bu “kolaylık ve refah” verili durumda teoriden ibarettir.
Gerçekte ise durum tam tersidir: Bize sunulan gelecek rüyası yerine, bizi bir kâbus beklemektedir. Yapay zeka özelinde ele alınması gereken modern teknolojilerin ilerleyişinde insanlığı iki büyük tehlike beklemektedir: birincisi ekokırım, ikincisi ise bilginin tekelleşmesi yani sansür, dezenformasyon, fişleme, takip, gözlem, özel alanların işgali gibi iktidar aygıtlarının gücüne güç katacak teknolojik araçlardır.
Bu yazıda, yapay zekanın doğaya etkisini; karbon emisyonları, elektronik atıklar ve ekosistemlere olan zararlar gibi sorunlar üzerinden ele alacağız.
Çoğu insan, yapay zekayı telefonlarındaki uygulamalar veya etkileşim kurdukları sohbet botları açısından düşünürken, asıl çevresel mesele perde arkasında, veri merkezleri adı verilen devasa tesislerde yaşanıyor. Bunlar, her yapay zeka talebini işleyen binlerce bilgisayarla dolu fiziksel binalardır.
Veri merkezleri, ofis binalarındaki küçük sunucu odalarından Google, Microsoft ve Amazon gibi teknoloji devleri tarafından işletilen depo büyüklüğündeki tesislere kadar birçok şekil ve boyutta olabiliyor.
Yapılan araştırmalar, yapay zekanın önemli bir su ayak izine sahip olduğunu göstermektedir. Yapay zeka, hesaplamalarını gerçekleştiren sunucuları soğutmak ve tükettiği enerjiyi üretmek için su kullanmaktadır. Yapay zeka topluma daha fazla entegre oldukça, su ayak izi de kaçınılmaz olarak büyüyecektir.
Su ayak izi, mal ve hizmetlerin üretiminde doğrudan ve dolaylı olarak tüketilen su miktarını bütünsel olarak dikkate alan “gerçek” su tüketiminin bir göstergesidir. Bir kişi, ürün, sektör, havza veya ülkenin üretim süreçlerinde birim zamanda tükettiği ve/veya kirlettiği toplam temiz su miktarını ifade eder. Diğer bir deyişle, su ayak izi, su tüketimimizi yani neden olduğumuz su kullanımı ve kirliliği ölçen en kapsamlı göstergedir.
ChatGPT ve benzeri yapay zeka modellerinin büyümesi “yeni Google” olarak nitelendirildi. Ancak tek bir Google araması enerji açısından yarım mililitre su gerektirirken, ChatGPT her beş ila elli komut için yaklaşık 500 mililitre (yarım litre) su tüketiyor. AI, ilgili donanım üretimi yoluyla suyu kullanır ve kirletir. AI donanımının üretimi, silikon, germanyum, galyum, bor ve fosfor gibi nadir malzemelerin yoğun madenciliğini gerektirir.
Bu minerallerin çıkarılması çevre üzerinde önemli bir etkiye sahiptir ve su kirliliğine katkıda bulunur. Yarı iletkenler ve mikroçipler üretim aşamasında büyük miktarda su gerektirir. Çeşitli sensörler gibi diğer donanımların da su ayak izi vardır.
Veri merkezleri, yapay zekanın eğitimi ve çalıştırılması için fiziksel altyapıyı sağlamaktadır ve enerji tüketimlerinin ise 2026 yılına kadar iki katına çıkması beklenmektedir. Teknoloji firmalarının bu veri merkezlerini çalıştırmak ve soğutmak için 2027 yılına kadar yılda 4.2 ila 6.6 milyar ton su kullanmaları gerekeceği söylenmektedir.
Google’ın veri merkezleri 2022 yılında 21 milyon tondan fazla içme suyu kullanmış ve bu rakam 2021 yılına göre yüzde 20 artış göstermiştir. Bir insan beyninin hesaplama seviyesinde bir yapay zekayı bir yıl boyunca eğitmek 126 ton suya mal olabilir. Her yıl yapay zekayı eğitmek için gereken hesaplama gücü on kat artmakta ve daha fazla kaynak gerektirmektedir.
Büyük teknoloji şirketlerinin veri merkezlerinin su kullanımı büyük ölçüde hafife alınmaktadır -örneğin, Microsoft’un Hollanda’daki veri merkezinin su tüketimi, başlangıçtaki planlarının dört katıdır. İklim değişikliği nedeniyle ortalama sıcaklıkların artması, soğutma için su talebini daha da artıracaktır.
Su, talebe göre giderek daha pahalı ve kıt hale geldikçe, şirketler artık veri merkezlerini stratejik olarak kapitalist merkezin dışındaki ülkelere yerleştiriyorlar -kurak Sahra altı Afrika’da bile veri merkezi yatırımları artıyor. Google’ın Uruguay’da planladığı veri merkezi günde 7.6 milyon litre suya ihtiyaç duyacak; öte yandan Uruguay son 74 yılın en kötü kuraklığını yaşamaktadır.
Kapitalist merkezin dışındaki ülkeler, uluslararası yatırımların yerel burjuvaziye sağladığı ekonomik faydalar ile bunun yerel su kaynaklarının kullanılabilirliği üzerinde yarattığı stres arasında bir ikilemle karşı karşıya kaldıklarından, ortaya çıkan tablo kapitalist eşitsizliğin ve yağmanın tanıdık bir görüntüsüdür.
Burjuvazi ise seçimini elbette sermaye girişinden ve pazarın gelişiminden yana kullanmaktadır.
Neden su kullanılıyor?
Örneğin, bir kullanıcı bilgisayarında ChatGPT’ye bir komut yazıp gönder düğmesine bastığında, bu istek OpenAI sunucularına (ChatGPT’yi oluşturan şirket) gönderilir. Sunucular ise veri merkezlerinde bulunur.
Bu merkezler yalnızca bilgisayar ya da telefondan girilen verileri işler. Dolayısıyla bu merkezler monitör, klavye veya fare gerektirmeyen, üst üste yığılmış bilgisayarlardan oluşur.
Komutun işlenmesi yüksek işlem kapasitesine sahip işlemcilerde gerçekleşir. Bir işlemci ne kadar çok “iş” yaparsa, o kadar fazla enerjiye ihtiyaç duyar. Standart kalitede bir görüntü oluşturmak için yaklaşık 2.282 joule enerji gerektiği, yüksek kaliteli beş saniyelik bir video oluşturmak için ise 3.4 milyon julden fazla enerji tüketilebileceği tahmin edilmektedir. Bu, bir mikrodalga fırını bir saatten fazla çalıştırmaya eşdeğerdir. Elbette bu hesaplama tek başına ele alındığında bir anlam ifade etmeyebilir. Tahminlere göre ChatGPT, metin oluşturmak için günde bir milyardan fazla, görüntü oluşturmak için ise on milyonlarca istek almaktadır. Bu komutları bir günde işlemek için gereken elektrik, üç binden fazla evin bir yılda kullandığı elektriğe eşdeğerdir.
Dolayısıyla burada kullanılan enerji yüksek miktarda ısıyı ortaya çıkarmaktadır. Ortaya çıkan bu ısı cihazların kapasitesini ve performansını düşürdüğü için soğutma işlemine ihtiyaç duyulmaktadır. Soğutma işlemi için havalandırma gibi sistemler az miktarda su kullansa da yüksek miktarda elektrik sarfeder. Dolayısıyla şirketler ucuz olan seçeneği yani su yoluyla soğutmayı tercih etmektedir.
Bu veri merkezlerinin tek zararı, harcanan yüksek miktarda enerji ve sudan ibaret değildir. Barındırdıkları elektronik cihazlar yüksek miktarda hammaddeye ihtiyaç duyar: 2 kg’lık bir bilgisayar üretmek için 800 kg hammadde gerekir. Ayrıca, yapay zekayı çalıştıran mikroçipler, genellikle çevreye zarar veren yöntemlerle çıkarılan nadir toprak elementlerine ihtiyaç duymaktadır. Aynı zamanda bu veri merkezleri, genellikle cıva ve kurşun gibi tehlikeli maddeler içeren elektronik atıklar da üretmektedir.
İnsanlığa yenilik ve gelişim diye dayatılan bu teknoloji sektörü dünya kapitalizminin büyük burjuvazisinin elinde, yine insanlığa yük olacak şekilde palazlandırılmaktadır. Bu şirketler hem medyada yeşil ve yenilenebilir enerji kampanyaları yürütüp, onları fonlamaktadır, hem de yarattıkları devasa sektörlerle yer altı ve yer üstü ekonomik ve yaşamsal kaynakları tüketmektedirler. Aynı şekilde oluşan endüstriyel kapitalist üretim süreçleriyle dünyanın dört bir yanında yüz milyonlarca işçiyi sömürü çarklarının içine atmaktadırlar.
Teknoloji ve bilişim sektörü, enerji ve maden sektörüyle birbirine doğrudan bağlıdır. Enerji tekellerinin dünyayı yüzyılı aşkın süredir savaşlara ve çatışmalara mahkum etmekten bir an bile geri kalmadığı ortadadır. Basit bir telefonun ortaya çıkabilmesi için milyonlarca işçi emek gücü harcar. Madenden işleme tesisine, çip fabrikasından montajlama atölyesine, paketlemeden depoya, oradan da mağazalarda raflara dek binbir emeğin içinden geçer.
Öyleyse tüm bu üretim süreçlerinde insanı düşünmeyen sistem neden bilişim ve yapay zeka alanında doğayı dolayısıyla insanı düşünsün ki? Kendilerine geleceğin ve yenilikçiliğin öncüleri nişanını takan bu şarlatanlar, halihazırda tekellere dönüşmüş, gerçek dışı miktarda sermayeye ve finans kapitale sahip bir avuç insandan oluşmaktadır. Büyük burjuvazi için gezegenin ya da üzerinde yaşayanların varlığı, geleceği ya da anlamı basitçe kardan ibarettir. O halde bize dayatılan bu yabancılaşmaya, talana ve sahte gelecek anlatılarına izin vermemeliyiz. Günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiş bu sektörün gerçek yüzünü bilmeli ve bunu sınıfsal bir bakış açısıyla ele alabilmeliyiz.
Gezegenimizi ve yaşamımızı bir avuç asalağa teslim etmeyelim!



