
Şehrin sokaklarını arşınlayıp havasını soluyarak gelmişlerdi dağların kuytuluklarına ve kimilerinin oralarda aramayı tercih ettiği özgürlüğü dağlarda aramak düştü onlara. Halkın yoksulluk ve yoksunluklarla dolu yaşamını, çektiği acıları ta derinden hisseden ve yine bu halk için canını seve seve vermekten kaçınmayan üç yoldaş şehit düştü Mercan vadisi Şahverdi köyünde.
Bizler için onları anlatmak zordur. Yazmak da… Ama bir görevdir bu yine de halkımızın ne fedakar ve yiğit insanların kendileri için canını verdiğini, dişe diş bir savaş verdiğini ve kendilerinin olmayacağını bile bile bu kurtuluş ve özgürlük mücadelesinde yer almaktan nasıl bir mutluluk duyduklarını anlatmak. Her üç yoldaş için de söylenebilecek en ortak şey, devrimin gerçekleşeceğine olan sonsuz inanç ve halka sevginin sonsuzluğudur. Uzun ömürlü mücadele yaşamlarının her anında onları diri tutan yaşadıkları çelişkileri çözmeye yarayan yine bu özellikleridir. Ve bunların üzerinden şekillenen kolektife bağlılıkları ve güvenleridir. Her üç yoldaşın bir ortak özelliği de yaşamlarının kendilerini bildikten sonraki neredeyse tüm kısmını devrim mücadelesine adamış yoldaşlar olmalarıydı. Bu nedenlerin toplamında kaybettiklerimizin ağırlığı anlatılamaz ölçüde hissettirmektedir kendini. Ve bunların hepsinin üzerinde kaybedilen bu değerlerin yoldaşı olmak hem bir onur hem de güçlü bir ağırlık bırakmaktadır üzerimizde.
Yoldaşlık gerillanın her daim en önemli değerlerinden biri olmuştur. Yoldaşlık burada başkaca anlamlar yüklü bir değer verme olayıdır. Hele de anlamışsan kolektifi ve devrimi; anlamışsan birbirini ve yönelmişsen görevlerine bambaşka bir his yaratmaktadır. Ve hiçbir yoldaşın yeri dolmamaktadır. Sanıldığının aksine her yoldaşın yeri ayrı olarak kalmaktadır ta derinlerde bir yerde. Ölümsüzleşen yoldaşların hüznü de yokluğu da kasıp kavurur insanın içini ama bir o kadar da artırır kinini ve yeminini. Duygusallık diyebilirsiniz belki ama hiç de değil; yoldaşının ardından gözyaşı dökmeyi beceremeyen robotlar değiliz bizler. Öyle sanıldığı gibi arkasına bakmadan yürüyenler de değiliz. Aksine hep taşırız yoldaşlarımızın anısını ve onlar hiç ölmemişler gibi, anlatırız onların anılarını sanki başka bir alanda faaliyet yürüten yoldaşlar gibi anımsar ve güleriz. Ve hiçbir zaman unutmamacasına gömeriz kalbimize onların künyesini.
Unutmak mümkün mü, mümkün mü hatırlamamak! Değil elbet. Ama bize onları hatırlatan en büyük gerçeklik onlarla birlikte yürüttüğümüz savaşın hala devam ediyor olması ve onların yanına ulaşmadan önce yapılacak çok işin olmasıdır. Lakin devrim mücadelesi bize onların en büyük mirasıdır. Her şeyden önce bu mirasa sahip çıkılacak ve onlara layık olunacaktır. Kimse; dost da düşman da bundan şüphe duymamalıdır.
Halkımıza olan bağlılığımız kadar
Yücedir sizlere olan sevgimiz
Bizi birleştiren halkımıza olan sevgimiz kadar
Büyüktür bizlerin yüreğindeki yeriniz.
Bir tarih yürüyüşü içerisinde ilk olmayan yoldaşlarımızın her biri bunun mütevaziliğindeydi. Bu mütevazilik değil mi ki onları bu kadar sade ve bu kadar hesapsız bir şekilde ölümü kucaklatan. Her yoldaşın kendi içinde çelişkileri de oldu. Başarısızlıkları da, ama onlar yılmaz birer savaşçı olmasını ve çelişkilerini onların üzerine giderek çözmesini bildi. Çünkü bu çelişkiler onların gerçeklikleriydi. O halde neydi bu gerçeklik? Yoldaşların her biri öğrenci gençlik içinden çıkmış ve küçük burjuva sınıfın devrimci özelliklerini üzerlerinde taşıyan zaman zaman onlarla yaşayan birer devrimciydi. Ve mücadelenin birçok anında yüzleştikleri gerçeklik onlara burjuva ideolojinin ne kadar da köklü biçimde yaşamlarında yer ettiğini göstermişti. Fakat bütün bunlar yoldaşlarda hiçbir zaman gerilemeyi açığa çıkarmadı. Daima örgütlü zeminde hareket etmeyi esas aldılar ve öyle yaşamaya çalıştılar.
Ay ışığı seyrederken geceyi
Üç Partizan vurdular
Üç Partizan’ın kocamandı yüreği
Onları dev silahlarıyla vurdular
Geceydi ve pusularla örülüydü vadi dipleri
Üç Partizan yola dizilmiş yürüyor
Üçü de gelecek günlerin hayalini kuruyor.
Her biri
El tetikte yürüyor
Patlayan mermilerin alevleri karanlığı delerken
Eşitsiz bir savaşın iradeyi temsil eden
Neferleriydiler
Halka olan sevginin birer sembolleriydiler
Ve bu uğurda canlarını veren
Delişmen ve genç
Bir o kadar masum
Bir o kadar insafsız biçimde
Düşmanın bağrına yönelen
Öfkeler içindeydiler
Ve bir pusu gecesi
Kalleş namluların hedefinde
Canlarını verdiler
Toprağın derinlerindedir şimdi
Bize gülümseyen gözlerle bakan
Ve aldırışsız kavgaya atılan
Kalp, akıl ve kan
Ve tüm uzuvlarıyla hala canlılığını koruyan
O yiğit savaşçılar
Her biri Munzur dağları yüceliğinde
Her biri Zigana görkemi ve güzelliğinde
Her biri Toroslar kadar enginlerde
Gelecek günlerin muştusunu vermektedirler
Ve zafer türkülerini söyleme sırası bizlere geldiğinde
Söylenecek söz kalmayacak
Alınacak intikamlarla
Adları tarihe yazılacak
Söz veriyoruz
Ve
Ve bir daha and içiyoruz ki
Kavga türküleriyle uğurlanan yoldaşlarımız
Namlunun kızıllığında anılacak tır
Zafer yürüyüşümüzde her biri
Taburlara ad olacaktır
Aklın bu kadar berrak biçimde onlarda olduğunu kim bilebilirdi? Ve kim iddia edebilirdi onların kötü niyetli insanlar olduğunu, ama vurdular onları bir darağacına asar gibi veya giyotinde boyunları vurulur gibi… Ve bir kez de çatışırken gördüler ki, teslim olmak yok onların varoluşlarında, lakin ölümlerde gülümseyen onlardı ve hiç tereddütsüz sehpayı deviren ve yine onlar olacaktı teslim olmak nedir bilmeyen!
Dersim’den bir Partizan